Ads 468x60px

27 Mart 2012 Salı

HELİKOPTERLER YUMURTA AVINDA!


HELİKOPTERLER YUMURTA AVINDA!

Bu sabah gözüme çarpan bir haberi paylaşmak istiyorum sizinle. Amerika- Colorado'dan bir haber bu ancak bence bütün anne-babaları ilgilendiriyor. Hatta çocuğu olmayanlar da kendi çocukluklarına bir göz atarak böyle bir deneyim yaşayıp yaşamadıklarını bence mutlaka düşünmeliler.
Haberde “paskalya yumurtası avı” diye geleneksel bir oyundan bahsediliyor. Oyunu belki bilenler vardır. Çocukların belli bir alanda, farklı yerlere saklanmış rengarenk boyanmış veya çikolatadan yapılmış yumurtaları bulmaları gerekiyor. Bir çocuk için sonundaki ödül ne olursa olsun, oyun oynamak çok ama çok önemlidir. Ayrıca bu oyun , rekabeti tadacağı, yaşıtlarıyla bir arada olacağı, başarı için çabalamayı öğrenebileceği, açık alanda koşuşturma fırsatını yakalacağı harika bir gelenek!
Ancak bu sene Colorado'daki birkaç yüz çocuk bu oyunu oynayamayacak. Nedeni geçen seneki oyundaki agresif davranışlar. “Ah zamane çocukları...” dediğinizi duyar gibiyim. Yanılıyorsunuz. “Zamane anne-babaları”nın agresif davranışlarından bahsediliyor haberde! Geçen sene anne-babaların arkasından çocukların heyecanla yumurta aramalarını izlemeleri için bir güvenlik ipi gerilmiş alana. Bilin bakalım bizim helikopter anne-babalar ne yapmış? İpi kopararak oyun alanına yayılmış, çocuklarına yardım edebilmek için kıyasıya mücadele etmiş ve bütün yumurtaları kendileri kapmışlar!
Haberde bu anne-babalardan helikopter anne-baba diye bahsediliyor. Yani çocuklarının hayatlarının herhangi bir alanında başarısızlık yaşamamaları için onlara aşırı müdahalede bulunan anne-babalar diye özetleyebiliriz bu anne-baba tipini. Ancak bence burada helikopter anne-babalıktan daha da ileride bir durum var. Anne-babalar sadece yardıma gitmemiş, üstüne yumurtayı kendileri kapmış! Bana trajikomik geldi bu durum.



Filmlerdeki gibi bir sahne hayal ettim. Fonda yüksek sesli bir müzik, etrafta çığlık atan ezilen çocuklar, onları umursamadan yumurta arayan terlemiş anne-babalar... Bazıları yumurtayı havaya kaldırıp zafer çığlıkları atıyorlar. Bir anda müzik kesiliyor ve bir sessizlik oluyor. Derin bir sessizlik...Anne-babaların kendi çocuklukları gözlerinin önüne geliyor. Onların zamanında böyle çikolatadan yumurtalar da yoktu, büyük çikolata firmalarının sponsorluğunda yapılan yarışmalar da... Onlar yumurtalarını kendileri boyar, birbirlerine hediye ederlerdi. Sonra kırlarda özgürce koşabilir, yarışabilir, eğlenebilirlerdi. Ancak büyüdüklerinde öyle acımasız yarışın içine girmişlerdi ki, çocuklukları çok çok uzakta kalmıştı. “Kazanmalısın” “Başarmalısın” diyordu toplum onlara. Onlar da otomatik pilottalardı uzun süredir. Her alanda başarılı, mükemmel olmaya çalışıyorlardı. Anne-babalık da buna dahil...Şimdi ellerinde birer yumurta, karşılarında hayalkırıklığı ve şaşkınlıkla onlara bakan çocuklar... “Ne yapıyoruz biz?” diye soruyorlar kendilerine.
Soruyorlar mıdır gerçekten? “Bu sene de bizim yüzümüzden çocuklar eğlencelerinden oldu” diyorlar mıdır? Kimbilir belki de “başarısız” organizasyondan şikayetçilerdir?

26 Mart 2012 Pazartesi

Yalnızlık, Kendini Sakinleştirebilme Kapasitesi ve İkili İlişkiler Üzerine




        KENDİNİ SAKİNLEŞTİREBİLME KAPASİTESİ

Resting Baby


Being alone is hell,
managing it is heaven”
Poul Bjerre

Yalnız kalmanın getirdiği olumsuz duygularla baş edilemezse, burada kendi kendini sakinleştirme mekanizmasının da devreye giremediğini görürüz. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bebeklikten itibaren anneyle duygusal bir harmoni, uyumlu bir dans halindeysek, kendi içimizdeki düzensiz ritimleri önce tolere edebilmeyi sonra da onları tekrar yumuşak ve düzenli ritimlere geri döndürebilmeyi öğrenmişiz demektir. Annemizle ikili dansımızda uyumu yakalarsak , kendimizle sonra da diğlerleriyle olan danslarımızda uyumu yakalamamız mümkündür. (Ben burada yalnızca annelerin değil, babaların ve onların çocuklarla ilişkilerinin çok önemli olduğunu da düşünüyorum).


VAKUM BEBEKLER VE İNSAN İLİŞKİLERİ
Ancak yalnız kalamayan ve mutlaka birşeylerle “oyalanmak” ihtiyacı hisseden insanların, sakinleşme mekanizmaları da malesef arızalanmıştır. Annenin varlığında kendini güvende hissedemeyen ve onu içselleştiremeyen bebek,  ileride diğer insanları da içselleştirmekte zorlanacaktır. İnsanlarla kurduğu bağlar güven ilişkini çok da barındıramayacaktır. Sakinleşebilmek için sürekli o insanın yanında olmasına ihtiyaç duyacaktır - ancak bu bile yetmeyecektir- .“Ya giderse? Ya beni terk ederse? Ya aldatırsa?” düşünceleri yalnız kalmayı iyice zorlaştıracaktır. Yalnızken böyle düşüncelere  dalıp, başka işler yapabilmek, bir şeyler yaratabilmek, üretebilmek zor olacaktır. Yani sadece nereden geldiğini bir türlü anlayamadığımız depresif, umutsuz, kaygılı bir ruh halinin yanı sıra, bu ruh halini tetikleyen düşünce biçimleri de geliştirir insan zihni.
Bu düşüncelerin bir sebebi de kendindeki değersizlik hisleridir. Anne, bebeğe yeterince değerli olduğunca hissettiremediyse, bebek değersizlik hislerini bir vakum gibi emecektir. “Ben değersizim” bir kere yerleştiyse, “Öyleyse terk edilmeyi, aldatılmayı, yalnız bırakılmayı, kötü, tutarsız mualemeyi hak ediyorum demektir” insanın bilinçdışında yankılanan düşünceler olacaktır. Böyle duygular, düşüncelerle baş etmek çok zordur, hele ki yalnız kalınca ortaya çıkıyorsa.


Birlikte olabilmek için önce "bir" olmak gerekir.

YALNIZ OLABİLME VE BİRLİKTE OLABİLME KAPASİTESİ
Yalnız olabilmeye tahammül edememe durumu, ilişkilerin  sağlıklı yürüyememesine ve yarı yolda kalmasına neden olabilir. Kişi ilişkide olduğu insanla ve onunla her an yanyana olamama ya da yanyana olsa bile yeterince güvende hissedememe haliyle o kadar meşgul olacaktır ki, kendisini dinlemeyi unutacaktır. Görünürde çok bencil ve isteklerinin hemen karşılanmasını isteyen insanlar gibi durabilirler. Malesef burada kişi erken ilişkilerde yeterince karşılanmamış "ihtiyaçların" yükünü taşımakta ve bu ihtiyaç giderilmediği zaman da kendini sakinleştirememekte, talepkar olmakta veya tam tersi içeçekilmektedir. Hatta kimi zaman  içeçekilme, aşırı talepkarlık, duygu ve öfke patlamaları ardından ilişkide olduğu kişiye yapışma davranışları veya aşırı panik hissiyle bir türlü kendini organize edememe hali de sık görülebilir.
Elbette yalnız kalmak, bize biraz acı verebilir, özlem ve kaygı hislerini hepimizde ortaya çıkarabilir.Ancak bu hislerin tolere edilebilmesi önemlidir. Eğer bu hisler çok yoğunsa, kişi geçmişinde ve geleceğinde bağ kurabildiğini -kurabileceğini hissettiği kimse olmadığını bilinçsizce düşünecek ve çaresizlik hislerine kapılacaktır.
ANNE-BEBEK- YETİŞKİN
Yalnız kalabilme ve birlikte olabilme kapasitesinin gelişiminin başlangıcını, annenin bebeği emzirdiği zamana kadar götürürsek, bu ilişkideki birleşme-ayrılık  anlarının bugünkü ilişkilerimiz üzerinde ne kadar önemi olduğunu görürüz. Bebek anne memesini kendisine ait bir kaynak sanırken, zamanla ve yeterince iyi bir anneyle bunun böyle olmadığını anlar. Ancak bu sırada karşısına anne memesinin yerine koyabileceği bir "gerçek dünya" çıkar ve memeden vazgeçmesini kendi tercihi gibi algılar ki bu güzel bir ayrılıktır. Ancak annenin ayrılma hissiyle ilgili bir derdi varsa, bebeğin memeden kesilmesini kendine bir ihanet olarak algılaması mümkündür. Annenin böyle bir durumda ortaya çıkan olumsuz hisleri de bebeğin duygusal vakumuna takılacaktır. Yani nereden çıktığı belli olmayan olumsuz duygular aslında bizlere bebekken "yüklenen" ve yetişkinliğimize kadar getirdiklerimiz olabilir.


22 Mart 2012 Perşembe

Yetişkinlerin Yalnız Kalabilme Kapasitesi Üzerine


YETERLİ ANNE-BABALIK: BİR YETİŞKİN OLARAK YALNIZ KALABİLME KAPASİTESİNE SAHİP OLMAK


Yeterli anne-babalar olabilmek için “duygusal açıdan olgun” olmak gerekir. Ünlü psikanalist Winnicott der ki: “Yalnız kalabilme kapasitesi, duygusal açıdan olgunluk gelişiminin en önemli belirliyicilerinden biridir”. Burada Winnicott'ın bahsettiği, “başkasının varlığında yalnız kalabilmek”tir ki bu da özellikle anne-çocuk ilişkileri açısından önemlidir. Annenin varlığında bebek huzurlu bir şekilde yalnız olabiliyor mu? Bu sorunun cevabı, bebeğin fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilen, “yeterince iyi -good enough” annede gizlidir.
Yetişkin yaşantımıza bir göz atalım. Evde tek başına olma hali nasıl gelir? Bunun anneyle yalnız kalabilme haliyle ne gibi bir bağlantısı var? Şimdi açıklayacağım.


Bazılarımız için yalnız kalabilmek, tek başına zaman geçirebilmek büyük bir lüksken, bazılarımız böyle zamanların hemen bitmesi için dua eder. Bazılarımız uzun süreleri yalnız geçirsek de, bize bunun iyi gelmediğini biliriz. Çünkü yalnız kalmanın uyandırdığı olumsuz hisler o kadar yoğundur ki; bu hisleri gidermek için türlü yöntemlere başvurulur. Yalnızlığın uyandırdığı depresif, kaygılı, rahatsız ruh halinden uzaklaşmaya çalışmak için kimileri alkol alır, kimileri uyuşturucu kullanır. Bu iki davranış da kendini uyuşturma, kafasında başka bir dünyaya gitme, bu acılı ruh halinden kurtulma amaçlıdır. Bu davranışlar aynı zamanda kendi kendine zarar verme davranışlarıdır.


İçindeki Tamirci
Böyle zamanlarda kendini kesmek, eşyaya zarar vermek gibi davranışlar bile ortaya çıkabilir. Belki de bu davranışlar, bir bebekken duygusal olarak asla “o an orada” olamayan anneyi sarsmak, ona kızgınlığını belli etmek veya ondan intikam almak amaçlıdır? Anne bebeğinin duygusal ihtiyaçlarını onun yanındayken karşılayamamış, bebeğin kendisini huzurlu, dengeli, tutarlı, güvenilir bir anne olarak içselleştirmesine izin verememiştir.
Basitçe düşünelim, anneyle bebeklikten kalma anılarımız, hissiyatımız onu içimizde nasıl resmettiğimiz, kafamızda nasıl canlandırdığımızla ilgilidir. Bu aslında kendini annenin gözünden gören bebeğin de kendisiyle ilgili algısını etkiler. “Ben ihtiyaçlarının karşılanmasını hak etmiyorum” “Ben kötüyüm. Ben değersizim” . Anne kendi içindeki olumsuz duyguları bebeğe yansıtmış, onun için gerekli olan güvenli, kucaklayıcı alanı oluşturamamıştır.
Winnicott da aslında buna vurgu yapar. Annenin varlığında yalnız kalabilme becerin varsa, annenin yokluğunda da yalnız kalabilirsin.
Yani içinde bozulan ayarlarını sakince tekrar düzenleyebilecek tamirci bir mekanizmaya sahipsin demektir.


Yazının devamı geliyor!

20 Mart 2012 Salı

Yeterli Anne Babalık: Dağ Gibi Sağlam Anne-Babalık


YETERLİ ANNE-BABALIK: DAĞ GİBİ SAĞLAM ANNE-BABALIK
Yeterli anne baba olmak, yeterli insanlar olmaktan geçer. Anne de baba da bir çocuk sahibi olmadan önce kendi kendine yetebiliyor olmalı. Kimseye “bağımlı” olmayan iki yetişkin durmalı karşımızda. Sapasağlam... Dağ gibi... Dağların da oyukları, çatlakları, aşınmış kısımları vardır elbet. Ama onlar bunlarla barışıktır değil mi? Çiçekler bile çıkmıştır kimi çatlaklardan. Bazı kısımlarda sadece çalılar olsa da, büyük kısmını kaplayan ormanlar tertemiz bir hava sunar kucağındakilere. Bazılarının içinde bir göl vardır. Sessiz, dingin, kucaklayıcı... Sırtınızı yaslarsınız bir dağa, çok yorgunsanız. Göllerde serinler, dinlenirsiniz. Ormanlarda yürüyüşlere çıkar, maceralara atılırsınız.
Uzaklaştığınızda, bazen güneşin kucakladığı deniz kenarından el sallarlar size ya da mis gibi kekik kokusuyla kalırlar aklınızda. Hayatın kıvrımlı yollarından giderken, denizi, gölleri, yemyeşil vadileri, çayırları arkalarında, aralarında gizlerler. Amaçları o güzellikleri size göstermektir. Siz yorulduğunuzda onlara yaslanın, biraz dinlenin, tadını çıkarın güvenebilmenin, sonra arkası mis gibi deniz...
Anne-baba aralarında denizleri, çayırları barındıran iki dağ gibi olmalı...Çocuklar kaç yaşında olursa olsun, huzur dolu çayırlarda koşuştururken, anne-baba gülümseyerek onları izlemeli. Çocuk ister içinde masmavi, duru, sakin bir göl olan annenin içinde huzur bulsun, ister eğlence ve macera dolu ormanlarında gezsin babanın, kucaklarından inip koşacağı yer ikisinin arası, ortası olmalı... Anlatabiliyor muyum? Yani ikisinin arasındaki aşk, sağlam ilişki olmalı çocuğa hayatı öğreten. Anne kendi içinde huzurlu, dengeli, tutarlı, baba kendi içinde sağlam, duygusal olgunluk kazanmış tam bir yetişkin... İkisi de birbirine ve çocuklarına bağlı ama bağımlı değil. Araları tertemiz, sıcacık...


Anne-baba arasındaki deniz çalkantılı, bulanık, taşlı olmamalı... Anne-baba arasındaki çayırlar kuru, bakımsız, dikenli olmamalı.

Eğer anne-baba birey olma mücadelelerinde başarısızsa, eğer birer dağ gibi sağlam olmayı çoktan bırakmış, çocuklarının üzerine o koca ağırlıklarıyla yaslanmaya başlamışsa, çocukların bu konuda acil uyarılması lazım.



                                                                          UYARI!

Çocuk,
Sen beş yaşında olabilirsin, yirmi yaşında olabilirsin, kırk üç, elli iki de olabilirsin. Üstündeki ağırlığın nedenini merak ediyorsan sana söylüyorum işte. Çok ağır yükün... Dağlar arasında kalmışsın ve ayağına dikenler, taşlar batıyor. Sen o kadar güçlü değilsin. Elli yaşına da gelsen, annen-baban söz konusuysa “güçlü” olamazsın. Hele ki çalkantılı denizlerde büyümüşsen...




                                                                   BİLİNÇLEN!
  • Yapılan araştırmalar, anne-baba arasındaki çatışmaların anne-babalık becerilerini olumsuz etkilediğin göstermektedir.
  • Anne-baba çatışmasının sonucu olarak çocuklara sert disiplin kurallarının uygulanması ve çocukları olduğu gibi kabul edebilme konusundaki güçlükler ön plana çıkmaktadır.

  • Anne-babanın agresyonuna maruz kalan çocuğun yoğun strese maruz kaldığı ve bu durumun çocuğun ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilediği bulunmuştur.
  • Düşmanca, agresif tavırlar ve duygusal patlamaların yoğun yaşandığı evlerde, anne-babanın çocuğun yaşamındaki destekleyici tarafın azaldığı, anne-babalık davranışlarında tutarsızlık gösterdikleri ve katı disiplin uygulamaları olduğu bir araştırma sonucudur.
  • Stres altındaki anne-babaların anne-babalık yapma becerilerinin azaldığı, duygusal olarak çocukları için “o anda orada” olmayı başaramadıkları bulunmuştur.
  • Evliliklerinde stres yaşayan anne babalar, çocuklarının aktivitelerine yeterli ilgi göstermez, onların riskli davranışlarının farkına varmaz, onlar için tahmin edilemez, kestirilemez bir ortam yaratırlar.
  • Anne-baba kendi arasında çocuk yetiştirme konusunda bir türlü anlaşmaya varamaz ve ne yazık ki bu konuda kendi içlerinde de tutarsızdırlar.
  • Bu tutarsız durumu, aynı davranışı kimi zaman ödüllendirerek, kimi zaman cezalandırarak çocuğa yansıtırlar.
  • Çocuk, kendisiyle ve dünyayla ilgili algılarından bir türlü emin olamaz, doğru ve yanlışı ayırmakta zorlanır.
  • Çocuk ailede güven kazanamadığı için yeni ortamlara adaptasyonda zorlanır, uyum becerileri düşük olur.
  • Stresle baş etmek onun için çok daha zordur.
  • Kendini sakinleştirmekte zorlanır çünkü bir denizde sakince salınarak sakinleşme becerisi edinememiştir.
  • Özgür hissedip cesur kararlar alamaz çünkü onun için dünya ne zaman nereden bir tehlike çıkacağı belli olmayan tekinsiz bir yerdir.
  • O çayırlarda özgürce koşamamış, güvenli ortamlarda sağlam bir rehberle maceradan maceraya atılamamıştır.
    Şimdi bu çocuk nasıl güvensin hayata? Nasıl bağlansın sevdiği insana?

                                                                      
                                                                 ÖNERİ
Kaç oradan çocuk. Bazen annen-baban için yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Kendine başka çayırlar, başka dağlar, başka denizler bul. Sana söyleyeyim, ayaklarındaki, kalbindeki yaralar hep sızlayacak. Ama sen bunu çocuğuna yapma çocuk olur mu? Bazen gitmek gerekir. O zaman gitmeyi bil. Kendini topla ve dağ gibi sapasağlam çık çocuğunun karşısına. Korkma. Çocuk içinde göller,içinde ormanlar barındıran insana kızmaz, onu sever.
Kaç çocuk böyledir bilmiyorum ama “Kaç çocuk!” demek istiyorum her seferinde... Kaç git kendini kurtar. Kaç yaşında olursan ol. Eğer anne-babanın evliliğine benzediyse evliliğin, çabaların bir şey ifade etmiyorsa ve gün geçtikçe yaraların büyüyorsa, oradan da kaç. Senin içinde bir çocuk, elinde bir çocuk...Olur mu öyle? Kendi kendini büyüt sen de. Artık o çocuk değilsin. Yaraların kanarken gülümsemek zorunda değilsin. Yaralarını sar ve yoluna devam et. Hiçbiri senin suçun değil sakın unutma! Sen dağları dize getirecek kadar güçlü değilsin. Kendin dağ ol, kendi denizini çiz. Belki biriyle el ele, belki arkadaş yardımıyla, belki bir uzman... Ama sakın! Çocuğuna yaslanma....



Sometimes you just have to let it go.


LET IT GO

http://www.youtube.com/watch?v=A93IEF6Q9VU


In this town all the children have gone out to war
 But what is it for, but what is it for
All the lies they've been told bring them close to the edge
They fight in despair they fight in despair

(Capetown- Let It Go)


 

15 Mart 2012 Perşembe

Süper-rasyonel annemle mutfak sohbetleri

Biraz önce pudingin dibinin tuttuğunu görünce, yıllar öncesine ışınlanmış gibi oldum. Bellek ne dipsiz kuyu, neler gizliyor derinliklerinde ...beklemediğiniz anda bir ipucuyla bambaşka bir zamana yolculuk yaptırıyor. Benim deneyimim şöyle oldu:
Tam dibi tutmuş puding tenceresinin biraz yanmış kısmından bir kasık ağzıma atacaktım ki sanki annemin sesini duydum. "Dibini yeme düğününde kar yağar"... İki katlı küçük evimizin arka bahçeye bakan mutfagina gittim birden. Su an oturdugum evdeki gibi acik mutfakti... Annemle pasta yapıyoruz. Her zaman bir kaşık verir bana, dibini siyirma görevi benim! Ama dibi tutmuş biraz bu sefer. O yüzden diyor "Dibini yeme, düğününde kar yağar". Şaşkınlığımı hatırlıyorum. Bağlantıyı kuramadigimi " Ne karı? Niye Yagmur degil. Neden yağsın ki? Dibi siyah bunun ama kar beyaz? " Annem:"İste öyle derler kar yağar. Yeme sen". Şimdi kim pastanın dolapta soğumasını bekleyecek , kakaolu pudinge yumulmak varken! Şu düğün fikri hoşuma gidiyor ama karı bir şekilde engellemem lazım! "Yagsiiin... Ben de kapalı yerde yaparım düğünü " Annem eğleniyor " Kar yağınca yollar kapanır, insanlar düğününe gelemez. Düğün salonunun kapısı çamur olur" Hayda...Boş bir düğün salonu bir de yalnız gelin görüntüsü beliriveriyor aklımda. Yemesem mi? "Ya anne olur mu öyle şey!" Annem gülüyor :" Öyle bir şey yok tabi. Bize küçükken söylerlerdi. Tencerenin dibi yaninca, çocuklar dibini siyirip yanik maddeden zarar gormesin diye uydurulmus birsey muhtemelen. Eskiden bizim oralarda kar yagmasi buyuk meseleydi. Yollar kapanir, düğünler iptal olurdu. O zamanlar tek gorevi evlenmekmis gibi buyutulen kiz cocuklari anneleriyle yemek yapardi. Onlari korkutup yanik yemekten zarar gormemeleri Icin dugunde kar yagmasi masalini uydurmus olabilirler. " Ben rahatlamis bicimde "Yani benim dugunumde kar yagmayacak? " Annem gulerek "Belli olmaz sen yine de yeme!" :)
Yemedim... Tencere diplerini genelde siyirip çöpe attim. Harika bir yaz dugunum oldu, hem de kir düğünü...
Biraz once yanmamis kisimdan birkac kasik yedim , annemle mutfak anilarimizi dusunerek...
Annem ne rasyonel insan! Bir mutfak sohbetini daha hatirliyorum. Genelde
Annem yemek yapiyor, ben masada odevlerimi yapiyorum ya da sirf annemle olmak Icin mutfakta oyalaniyorum. "Anne, Ozge diyor ki geceleri sakiz cignemek ölülerin etini cignemekmis gunahmis " Annem biraz sessiz kaldiktan sonra:"Yaaaaa...Neden oyleymis?" diye soruyor. "Ben de bilmiyorum sence neden?" Annem biraz dusundukten sonra "Muhtemelen cocuklarin gece sakiz cignemelerini engellemek Icin uydurulmus bir sey. Çocuklar gece agizlarinda sakizla uyuyakalirlarsa bogulabilirler". Icim ferahliyor... Ben sakiz ve jelibona bayilirdim. "Peki Anne, Özge geceleri tirnak kesmenin seytan cagiracagini gunah oldugunu soyluyor" Annem yine ayni ciddiyetle yanit veriyor: "Eskiden simdiki gibi aydinlatmalar yoktu.Gece karanlikta tirnak kesilirse iyi goremediklerinden insanlar canlarini acitabilirlerdi. Bunu yapmasinlar diye
uydurulmus birsey olmali"... Hmmm... Bunlari gidip Ozge'ye soyledigimde yaniti genelde "Hic te bile oyle degil iste" olurdu. Sonra Ben ona "Tamam küstüm senle" derdim, o da "Küüs küsmek günah ki..." derdi! Annesine seslenirdi. "Annee küsmek günah degil mi? " Annesi iceriden seslenirdi: "Evet gunah kusulmez!" Sinirle anneme gittigimi hatirliyorum. Ne kolaymis hakkaten "günah" diyerek istedigini yaptirmak! Benim Annem de boyle kestirip atsa ya! Kafam karisik anneme olayi anlatiyorum. Annem yine sakin ama biraz isyan eder gibi. "Kizim evde cocuklarla bas edemedikleri icin onlari herseyle korkutan aileler var. Gunah diyip durmalari o yuzden. Arkadasin ablasiyla durmadan kavga ediyor. Ailece zor gunler geciriyorlar.Anneleri bu aralar kendini dine verdi. Kizlarla bas edemeyince gunah diyor, kizlar da susuyor iste. Sonra da seni korkutmak icin bu yontemi kullaniyorlar" Ofkem birden acimaya donusuyor... Arkadasima sefkatle bakiyorum... Super rasyonel annemi ve mutfak sohbetlerimizi seviyorum!
Bir ani digerini cagiriyor ve ergenlik döneminde mutfak kapisinda dunyaya sayip sovdugumu hatirliyorum. Annem uzun uzun dinlerdi...sakin sakin yemek yapardi. Sonra ben rahatlar odama giderdim.
Bugun mutfakta karnimda surekli kipirdanan ve onunla ilgilenmemi isteyen bir minikleydim...Annemi cok andim.
Iyi ki varsin super rasyonel Anne! Senin gibi olabilir miyim dersin?