Ads 468x60px

24 Eylül 2013 Salı

Çalışan Ebeveyn Olmak


Çalışan Ebeveyn Olmak

Geçtiğimiz aylarda ünlü terapist  Dr. Stan Tatkin Türkiye’ye geldi ve biz terapistlere çocukluk dönemi ve bağlanma konusunda bir eğitim verdi.


Eğitimin sonunda bir video izledik. Minik bebeği olan çalışan bir anne olarak videoyu sonuna kadar izleyemedim, kendimi dışarı attım. “Ama ben yarı zamanlı  çalışıyorum” diye kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Mesele benim anneliğimle ilgili değildi bence. Benim geçmişimden çıkıp gelen hayaletlerdi sorun. Fena tetiklenmiştim. Bir de yeni annelik, hormonlar derken... Gözyaşlarıma engel olamadım.

Videoda annesi doğum yapacağı için birkaç günlüğüne kreşe bırakılan bir çocuk vardı. Çocuğun gün içindeki psikolojik durumuna vurgu yapmaktı videonun amacı. Bağlanma figürleri etrafta olmayınca neler olur bunu gözlemleyebiliyordunuz.



Stan, Amerika’da doktorlara bu videoyu izlettiğinde birkaçının işi bıraktığını söylemişti.

Videoda korkunç bir manzara yoktu elbet. Çocuğun giderek mahsunlaştığını görmekti belki anne damarıma dokunan. Biraz da çocuk tarafıma dokunan…

Biraz önce Amerika’daki doktorların çalışma saatlerine dair bir haber okuyunca izlediğim video tekrar  aklıma düştü.

Doktorların çok uzun çalışma saatleri olduğu ve ev-iş dengesini tutturamadıklarına dair bir araştırma sonucundan bahsediliyor.

Bu durumun kişinin ruh sağlığını etkilediğini ve tükenmişlik sendromuna davetiye çıkardığı anlatılıyor.

Çalışmada uzun çalışma saatlerinden en çok kadın doktorlar, genç doktorlar ve akademik kariyere devam edenlerin etkilendiği söyleniyor.

Sadece doktorlar değil onların partnerleri de uzun çalışma saatlerinden olumsuz etkileniyor.

Stan, “Ebeveynler herseye aynı anda sahip olmak istiyor ancak bu mümkün değil. “ dedi.
Bir ebeveynin çocuğu günboyu görmemesi hatta bazı günler hiç görmemesi, bağlanma açısından sağlıklı bir durum değil. Bir de sık değişen bakıcılar ve kreş konusunu işin içine katınca… Stres yüklü, çalışmaktan bunalmış, tükenmiş ebeveynler çocuklarına ne verebilirler?
Peki ebeveynlerin kariyerlerini bir kenara koyup sadece çocuklarıyla ilgilenmeleri çözüm mü? Pek gerçekçi bir çözüm olmaz bu!
Sebepleri saymakla bitmez.

Bence çözüm, uzun çalışma saatlerine artık bir son vermekten geçiyor. Doktorluk veya başka bir meslek fark etmez.

Uzun çalışma saatleri, kötü çalışma koşulları, üstüne trafik, geçim derdi derken ne biz iyi olabiliyoruz ne de çocuklarımıza iyi şeyler verebiliyoruz.


Ebeveynlerin desteklenmesi ve ebeveynlerin birbirini desteklemesi gerekiyor.

Çocuklarımıza zaman ayırmamız ve onları nasıl yetistireceğimize dair oturup düşünmemiz gerek. Bunun için de tabi sakin ve huzurlu olmamız gerek.


Bence içinde yaşadığımız sistem ebeveynlere gore tasarlanmamış. Bu kadar zorlanmamız ondan.


Ne dersiniz?

17 Eylül 2013 Salı

Kalk kalk birşey yok!

“Düşünce çocuklar ağlayabilir. Orada hissettikleri acı hem fiziksel hem de psikolojik bir acıdır”
Aletha Solter

Çocukluğunuzu hatırlayın. Düşmek nasıl bir histi? Düştüğünüz zamanlarda çevrenizden gelen tepkileri nasıl hissettirirdi?

En rahatlatıcı  tepki nasıldı? En rahatsız edici tepki neydi? Bu tepkileri kimler verdi?

Birkaç gün önceydi. Evimin yakınlarında bisikletli bir kız çocuğunun arkasından bir baba yürüyordu. Kız yedi sekiz yaşlarında, baba belli işten gelmiş üstünde kumaş pantolon gömlek…
“Ne güzel! Işten gelir gelmez kızıyla ilgilenen bir baba! “ diye geçirdim aklımdan. Bu yeni babalar da pek bilinçli ve ilgili azizim… derken…. Çocuk düştü bisikletten.

Canı fena yandı, kalkamadı bir süre, ağladı. Buraya kadar birşey yok. Çocuk bu, düşe kalka büyür. Bana sıkıntı veren ve bu yazıyı yazmama sebep olan babanın tavrı.

Kızına birkaç adım  uzaktan bakarak “Öyle sürersen düşersin tabi. Ellerini bıraktın” dedi.
Kız “Bırakmadım direksiyon böyle oldu” diye anlatmaya çalıştı derdini. Yok… Baba ısrar ediyor ve kızıyor. “Kalk bir şey yok. Ne ağlıyorsun? Ben ağlıyor muyum?”
Kız eve doğru yürüyor ve “Çok acıyor” diyor. Baba konuyu değiştiriyor “Kardeşin nerede?”

Kız kırgın bir ses tonuyla yanıtlıyor “Evde”

“Nereden biliyorsun?” diyor baba inanmadığını belli ederek.
“Biliyorum çünkü gördüm” diyor kız  iyice kızarak.


Eşim yanımda. Üzülerek ona bakıyorum. “Öyle bakma.” Diyor. “Seninle tanışmasaydım ben de böyle olabilirdim”

“Nasıl yani? Ah çocuğum! Iyi misin? Canın yandı mı? diye sorabilmenin benimle ne ilgisi var?” diyorum.
“Çok ilgisi var. Sen bana babanın çocuk gelişimindeki yerini anlatmasan, neredeyse her problemin gelip gelip çocukluk deneyimlerine dayandığını söylemesen ben doğru davranmak için kafa patlatmazdım.Otomatik tepkiler verirdim. O tepkiler de böyle işte!”

Ne görüyorsak onu yapıyoruz. “Kalk kalk birşey yok!” demek öğrendiğimiz bir davranış. Muhtemelen kendi ebeveynlerimizden. Kendi ebeveynlerimiz bizim duygu ve deneyimlerimize doğru tepkiyi vermeyince, biz nasıl bunu öğrenelim?


Babaların farkındalık kazanması öyle önemli ki… Babaların davranışlarının çocuklarının gelişiminde ne kadar büyük rol oynadığını bilmesi ve az çabayla harikalar yaratabileceklerine inanmaları... Babaların eğitimli olması gelecek nesiller için öyle büyük bir adım ki….

13 Eylül 2013 Cuma

Babalar ve Çocuk Bakımı...Hayal mi?

Anneler bebeği karnında taşıyor ve fiziksel olarak yakın hatta yapışık olma halinin tadını çıkarıyorlar.

Bir de hormonlar devreye girdi mi anne bebek gerçek bir ikili olmaya başlıyor. Peki babalar bu ikilinin neresinde?

Söyleyeyim, kendilerini dışarıda bırakılmış ve çoğu zaman yalnız hissediyorlar. Çok meraklı olsalar da bebekleriyle ilgilenmeye, hem nasıl yapacağını bilmemek hem de her denemelerinde “Dur sen yapamazsın.” “ Bak ağlıyor susturamadın. “
“Sen bir dışarı çık bakalım burada kadınlar var!” (Bu tepkiyi alıyorlar, özellikle annelerinin jenerasyonundan) tepkilerinden sonra kafalarında “Bu iş kadın işi ben uzak durayım. Zaten ben beceremem.” Düşünceleri oluşuyor ve geri çekiliyorlar.


Baba, ilk aylardan bebekle yakın ilgilenmiyor, bebeğin sorumluluklarını paylaşmıyorsa aralarındaki bağ istedikleri kadar yakın olamıyor.

Toplumsal cinsiyet roller gereği zaten çocuk bakımı annenin işi olarak görülürken bir de babanın “Ya yapamazsam?” kaygıları devreye giriyor. Bu devirde babalar da anneler de çocukları için her şeyin en iyisini istemekle meşguller. Haklılar da… Ancak en iyisini isterken kaygıdan donup kalıyor ve hiç bir şey yapamıyorsak çocuğumuza faydadan çok zararımız dokunuyordur.

Bir baba tanıyorum. “Kaliteli zaman geçirmek, onun için unutamayacağı günler planlamak istiyorum” diyordu. Tahmin edin ne oldu? Baba bunu yalnızca birkaç kere yapabildi, o zamanlar dışında çocukla zaman geçirmedi ve aralarındaki bağ gittikçe zayıfladı. Çocuk babasıyla basit şeyler yaparak da mutlu olacaktı oysa. Ancak baba hem çocuğun eğlence beklentilerini yukarı çekti hem de bu eğlenceyi ona sunacak para, zaman ve enerjiyi bulamadı.

Çocuklarla zaman geçirmekten keyif alan babalar istiyorsak onlara bu konuda destek olmamız önemli.

Henüz anne karnındayken bebekle konuşmaları, bebek hakkında hayal kurmalarını teşvik etmekle başlayabiliriz.

Sonrasında bebeği beslemek, altını değiştirmek, gazını çıkarmak, uyutmak gibi süreçlere mutlaka babayı katabilirsiniz. Başlarda yapamayabilir, denemesine fırsat vermeli. Sonuçta biz de deneme yanılmayla öğrenmiyor muyuz birçok şeyi?

Babayla çocuk arasındaki bağ ne kadar güçlü olursa, hem anne bunu keyfini sürecektir, hem baba babalığını yaşayabilecektir.

En önemli fayda ise çocuğa! Araştırmalar baba ilgisinin annelerin kazandıramayacağı özellikleri çocuğa kazandıracağını söylüyor. Özellikle çocuğun stresle baş etme kapasitesi geliştirmesinde babaların rolü büyük.
 Babaların çocuklarıyla zaman geçirdiği ve bundan keyif aldığı bir dünya hayal mi? Bence değil.

Haydi babalar iş başına! Yapabilirsiniz!

2 Haziran 2013 Pazar

Çocuklara Nasıl Anlatalım?

Çocuklarımıza ülkemizde yaşanan şiddetin sebebini basit bir dille anlatalım. Saklamaya çalışmayalım. Çocuklar her şeyi bilirler. Huzursuzluğunuzun üzüntünüzün sebebini söyleyin. Onların çok değerli olduğunu hiçbirşeye kendilerinin yaptığı bir şeyin sebep olmadığını anlatın. Korku ve öfke ifadelerini serbest bıraksınlar. Bastırmayın. "Korkacak birşey yok" demeyin. Ağlayabilirler, yazabilirler içindekileri.
Çocuklar her şeyin farkında. Bol bol sarılın onlara ve aklı başında insanlarla kalabalık olmalarını sağlayın. Yalnız hissedebilir, korkular geliştirebilirler. Yaşananlara çoğu çocuk birebir maruz kaldı. Onlara değerleri öğretmek için bir fırsat bu.
Eğer çocuğunuzda korkular, alt ıslatma, yalnız kalamama,iştahta değişim, öfke patlamaları, uyku problemleri görürseniz bir ruh sağlığı uzmanına danışın.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Uyarı! Terapiye Gelmeyin!


Ben bir terapistim ve her fırsatta bunu söylüyorum. Aslında terapiste hiiç gerek yok. Bazılarının hiç ihtiyacı yok. 
Eğer çocukluk travmalarınız, hayat mücadeleniz, kocaman evlerde yapayalnız, eşya kalabalığıyla ;  kocaman arabalarda trafikte oradan oraya giderken sinir harbiyle geçen hayatınızı değiştirmek istemiyorsanız terapiste gitmeye de gerek yok.
Çünkü terapi bu hayat tarzına karşı bir tehlike ! "Çocuğum vuruyor, sürekli ağlıyor, asla memnun olmuyor ve ben kendimi sürekli yalnız,  çaresiz hatta son zamanlarda sevgisiz hissediyorum" diyor çoğu ebeveyn.
Çünkü etrafımızdaki gürültüden, karmaşadan kendi iç sesimizi duymaz olduk. Bir an dursak kafamızdaki onlarca kaygılı ses bize zehir eder keyifli anları.
Siz hiç şöyle güzel bir manzaraya karşı, sevdiğiniz yanınızda, güzel bir akşam geçirirken neden tırnaklarınızı yediğinizi merak ettiniz mi ?
Ya da çocuğunuzla keyifle vakit geçirirken kendinizi durmadan telefonu,saati kontrol ederken  "Aa yeter ama artık. " Dediniz mi  kendinize?
İçinizdeki "Güzellikleri hak ediyorum!" Diyen ses kısılmış "Çalış! Ne yaparsan yap yetersizsin. Sen hayattan keyif almayı şimdi hak etmiyorsun. Belki daha sonra!" Diyen o robotik ses almış yerini. 
"Blackberry'nin ışığının rengi  dönmeden uyuyamıyorum" diyenler! Zaten o sebeple veriliyor size o minik aletler. Yatmadan önce işle ilgili epostalar okuduğunuz için her gece rüyanızda patron sizi kovalıyor siz de plazanın koridorlarında kayboluyorsunuz.
Ama biliyorum. Kimileri böyle yaşamak istiyor. Hayatla kavga halinde... Başka türlüsü mümkün değil sanıyor, ona inanıyorlar. 
Aman diyeyim. Terapiye gelmeyin! Daha iyi bir hayat hak ettiğinizi düşünürsünüz falan. Nolur nolmaz. Siz en iyisi bu yazıyı da okumamış gibi yapın. 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Yalan Söyleyen Çocuğun Anne Babasına Mektubu

Çocuklarınız yalan söylüyor mu? Hatta bazen siz bütün dünyanın, insanların yalancı olduğunu düşünür müsünüz? Söylenilenlere zor inanır, sevgilinizin- eşinizin dürüstlüğünden şüphe edip durur musunuz? O doktor sizi kandırıyor bu okul paranızı yemeye çalışıyor ah bu çocuklara da bir türlü güven olmuyor mu? Oysa siz "yalandan nefret eden" "Herşeyi yap ama yalan söyleme" diyen hatta "Ben doğrucu Davut'um" diye bol bol övünenlerdensiniz.
En ufak bir beyaz yalana bile tahammül edemeyen, beyaz yalanların sonunun felaket olduğunu düşünenlerdensiniz. Ödünüz kopar yalandan, "Yılandan korkmam yalandan korkmam" hesabı.
Çocuğunuz konuşmaya başlayıp da size köpekbalığının kalbine yaptığı yolculuğu ballandıra ballandıra anlatınca tokat yemiş gibi oldunuz! Çünkü çocuğunuz konuşmaya başlayalı henüz bir kaç sene olmasına rağmen "yalan söylüyor".
Hemen düzeltme ihtiyacı duyarsınız. "Öyle bir şey olmadı. Bu bir yalan. Asla yalan söyleme. Kötü çocuk olursun."
Bir süre sonra çocuğunuzun her söylediği neredeyse yalandır.
-Anahtarı nereye koydun kızım?
-Mutfağa!
-Yalan söyleme, mutfakta yok.
-Aa. Odama koymuşum.
-Bana yalan söylemenden bıktım!
Bilerek yapıyor bu çocuk. Sırf beni üzmek için. Biliyor yalandan nefret ettiğimi yine de söylüyor.

Ya şöyle bir sahne olur:
-Aa! Şekerleri yeme dedim yemişsin!
-Bir tane yedim anne.
-Hayır! Yalan söyleme. İki buçuk tane yemişsin. Bak birinin paketi burada, diğeri de şurada, öbürü nerede?
-Bilmiyorum.
-Yalan söylemek kötü birşeydir. Nerede diğer paket!

Yalancı oldu bu çocuk, babası gibi!

Sonra oğlunuz büyür. Okuldan eve gelir.
-Neredeydin?
-Okuldaydım baba.
-Yaa? Hangi dersler vardı bugün?
-İşte matematik falan.
-Ya? Matematikte ne işlediniz?
-İşte polinom falan...
-Matematik öğretmeninin öyle demiyor ama! Aradı bugün okula gitmemişsin! Yalan söylüyorsun sen!

Eğer neden böyle olduğu merak ediyorsanız, çocuğunuzdan size mektup var!

Ah be baba! Madem biliyorsun niye sonuna kadar deniyorsun? Niye beni yalan söylemek zorunda bırakıyorsun? Madem biliyorsun okulu kırdığımı, niye bilmiyor gibi yapıyor-yalan söylüyorsun?

Neden benimle yalan dansı yapıyorsun baba?
Ne oldu sana çocukken? Seni çok mu kandırdılar? Aramızdaki güven ilişkisini hiçe sayıp söylediğim en ufak bir beyaz yalanda, özelimi korumak istediğimde veya dalgınlıkla yanlış birşey söylediğimde neden yalan yalancı damgası yiyorum? Bazen sana başta söylemeye cesaret edemeyebilirim bazı şeyleri. Ya da belki gözlerindeki şüpheli güvensiz ve kızgın ifadeyi silsen hemen dökülüveririm sana?
Sen benim için ne kadar değerli olduğunu bilmiyorsun anne-baba! Sen böyle yapınca ben de kendimi senin gözünde "yalancı ve işeyaramaz" hissediyorum. Bazen strese giriyor, yanlış birşey söyler, bir detayı atlar da yalancı olurum diye, sorduğun soruya düşünerek cevap veriyorum. Bazen ağzımdan yalan çıkıveriyor inan. Bazense cevap veremiyor donup kalıyorum.
Nedenini düşünüyorum bu olanların. Belki seni çok kandırdılar çocukken. Sana hiç güvenmeyip bol bol "Sana güveniyoruz ama..." Dediler. Senin takıntılı dürüstlüğünü "dobralık" olarak tanıttılar sana. Seni kontrol edebilmek için uydurdukları bir şeydi o! Oysa sana ne yalanlar söylediler. Dünyayı bambaşka bir yer olarak gösterdiler. Anne baban kendi uygunsuz kontrolcü davranışları için onlarca bahane buldular.
Sen bunu alttan alta biliyordun aslında. Sana yalan söylendiğini... Değersiz ve kandırılmış hissettin. Hem ben çocuğuma bunu yapmayacağım dedin hem de bu histen bir türlü kurtulamadığın için çocuğun da yalancının biri oldu çıktı. Tıpkı babası gibi! Tıpkı anası gibi!
Bak sana birşey söyleyeceğim. Senin bu yalan dedektörlüğün ve kontrol baskın yüzünden sana herkes yalan söylüyor gibi geliyor.
Bir de merak ediyorum. Acaba sen başka türlüsü nasıl olur bilmediğin için aynı anne babana benzeyen yalan söyleyen biriyle evlenmiş olabilir misin?
O yüzden aramızdaki dansın harmonisi bozulmuş, adımlar yanlış atılıyor ve her seferinde ikimiz de can acısıyla çığlık çığlığa bağırırken buluyor olabilir miyiz kendimizi?
Benim için ne kadar değerli olduğunu, senin anne babandan çok farklı bir insan olduğumu, senin çocuğun olduğum için gurur duyduğumu bilsen yine böyle olur muydun?
Ben seni hayalkırıklığına uğratmam, yeter ki bana güven. Bana inanmanı çok istiyorum anne. Bana kızgın bakma artık baba.
Söz veriyorum artık yalan yok. Sözüme inandın mı anne? Ya sen baba? Ben size inanıyorum. Değişecek, gelişecek, güçleneceğiz beraber. Ve dansımız tekrar eğlenceli ve uyumlu olacak!

24 Mayıs 2013 Cuma

Şşş! Yavaş!


Çay kahve sever bir halkız. Çay kahve yanında muhabbet de iyi gider. Son zamanlarda şöyle uzun uzun sohbet ederek bir semaver çayı içtiniz mi?
Iyi demlenmiş, tavşan kanı, sıcak...
Pazar günleri en sevdiğim ses çevredeki evlerden gelen ince belli bardağa çarpan çay kaşığının sesidir. Gerçi artık şekeri bıraktık çoğumuz. Bu ses de yavaş yavaş kulaklardan siliniyor.

Benim merak ettiğim çayımızı kahvemizi nasıl içtiğimiz. Açık ya da koyu mu diye sormuyorum. Yavaş mı yoksa hızlı mı? Hangi şartlar altında?

Nefret ettiğimiz işimizi yaparken, uzun haksız çalışma saatlerine eşlik eden bir içeceği sevmeye devam edebilir miyiz?

Biz çevremizdeki ipuçlarıyla duygularımızı deneyimlerimizi birleştirerek anılarımızı oluştururuz. Yani oyundan eve gelince annemizin yaptığı kekin kokusu burnumuzda kalır ve keki sevmeye devam edebiliriz. Ne zaman kek kokusu alsak içimizde çocuksu bir sevinç uyanabilir.
 
Ya da çoğumuzun annesinin çamaşır suyu kokan elleri bize hem huzur verir hem de garip bir gerginlik. Çünkü temizlik yapan anne gergindir!

Konuyu şuraya getireceğim, Çok hızlı bir dünyada yaşıyor keyiflerimizi her gün daha çok bir kenara koyuyoruz. 

Çaylarımızı  buz gibi oluyor çünkü yapacak iş çok. Ya da hızlı hızlı yudumlarla midemize zarar verme pahasına bitiriyoruz.

Yani diyorum ki. Bu koşuşturma içinde ya kendimizi unutuyoruz ya da kendimize çok ciddi zarar veriyoruz.

Çayımızı kahvemizi alalım. Güzel muhabbeti olan bir kaç arkadaş yanımızda.
Şöyle yavaş yavaş sakin birbirimizin gözlerine bakarak en az yarım saat geçirelim.

İyi gelecek bence!

Uzman Klinik Psikolog Pınar MERMER