Ads 468x60px

6 Temmuz 2012 Cuma

Peki Ya Sizin Karneniz Nasıl?

Karne zamanı geldi. Dün eve hayal kırıklığıyla giden de vardı, korkuyla da sevinçle de… Dün birçok ebeveyn çocuğunu ya direkt azarladı, eleştirdi ya da dolaylı yoldan… Kimileri umurunda değilmiş gibi yaptı. Belki de kimileri kendi çocukluklarını, kendi karne zamanlarını hatırladı. Bazıları umutsuzluğa kapıldı, “Bu çocuktan adam olmayacak” diye düşüncelere daldı. Peki okul başarısızlığının arkasında yatan nedenleri kimler düşündü? Acaba hiç, çocukla kurduğumuz ilişki biçiminin onların okul hayatlarını direkt etkilediği aklımıza geldi mi?
Acaba çocukların ebeveynleriyle güvenli bir bağlanmayı gerçekleştirip gerçekleştirememelerinin okul başarısıyla bir ilgisi olabilir mi? Bu soruyu merak eden araştırmacılar son yıllarda konuyla ilgili birçok araştırma yapmışlar. Güvenli bağlanmayı kısaca bakım veren kişinin çocuğunun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarına doğru zamanlamayla doğru şekilde yanıt vermesi, onunla sıcak, tutarlı bir ilişki kurması olarak özetleyebiliriz. Aslında formülasyon basit: Bakım veren (genelde anne-baba) kişi ve çocuk arasında böyle bir ilişki varsa, çocuğun araştırmaya, öğrenmeye daha açık olması beklenir. Örneğin anneleriyle güvenli bağlanma gerçekleştirebilmiş çocukların okul öncesi dönemde daha meraklı çocuklar oldukları, yaşıtlarıyla daha kolay empati kurabildikleri ve güvenli bağlanamayan çocuklara göre özgüvenlerinin daha yüksek olduğu bulunmuş.
Ayrıca başka bir çalışmada bu çocukların altı yaşından itibaren okulda arkadaşlarıyla daha olumlu ilişkiler kurabildikleri sonucu ortaya çıkmış.
Yine bebekler ve okul öncesi yaştaki çocuklar arasında, güvenli bağlanan çocukların daha sofistike sembolik oyunlar oynadığı, çevrelerini daha aktif araştırdıkları, oyuna daha aktif katıldıkları ve bir işle daha uzun süre kalabildikleri görülmüş. Güvensiz bağlanmayı deneyimleyen çocukların, başarı konusunda motivasyonlarının düşük olduğu hatta oyuncaklarla oynarken bile amacına göre oynayabilme becerilerinin düşük olduğu bulunmuş.
Peki bu durum okul başarısını nasıl etkiler? Okulda kendisini rahat ve güvende hissedebilen, başı sıkışınca, anne-babasının ona kucak açacak güvenli bir bölge olduğu fikrini zihninde taşıyan çocuk elbette daha kolay öğrenir. Bu çocuk kendisiyle ilgili de daha olumlu düşüncelere sahiptir. Arkadaşlık ilişkileri daha olumlu gelişmiştir. Genel stres ve kaygı düzeyi daha düşüktür.Tam tersini düşünelim. Genelde kaygılı ve stres altındaki bir insana bir şeyler öğretmek mümkün müdür? Bazı çocuklar gerçek bir tehlike olmasa bile kaygılıdır, bu nedenle dikkatleri dağınıktır. Kendilerini, eşyalarını iyi organize edemez, zamanı iyi kullanamazlar. Kafaları karışık, dalgın çocuklar ve/veya aşırı hareketli, amaçsızca koşuşturan çocuklar olabilirler. Bu çocukların sınıfta dersi dinlemeleri çok zordur. Evde ders çalışmak da onlar için sıkıntılıdır çünkü kendilerini sakinleştirme becerisinden yoksundurlar. Odalarında tek başlarına bırakırsanız mutlaka yanınıza gelmek isteyeceklerdir. Birlikte çalışmak ise işkence gibidir çünkü sizi hareketliliği, dalgınlığı ve kısa dikkat aralığıyla çileden çıkarabilirler.
Bu durumun herhangi bir öğrenme güçlüğü ve DE/HB(*) gibi bir durumla karıştırılmaması önemlidir. Böyle bir durum söz konusuysa, onun gelecekte iyi bir üniversiteye girip giremeyeceğini düşünmekten çok, çocukla aramızdaki ilişkinin kalitesini gözden geçirmek işe yarayacaktır. Zira üniversite dönemindeki öğrencilerin bile, ebeveyne güvenli bağlanma süreçlerinde eksiklikler varsa, not ortalamalarının daha düşük olduğu bulunmuş!
Biraz sorgulama zamanı şimdi. Kendi anne-baba karnemize bir bakalım. Bu karnede kocaman yer kaplayan “ilişki” kısmını bulalım. Kaç veririz notumuza?
Çocuğumuzu sakinleştiremiyor hatta onda daha çok kaygıya sebep oluyor olabilir miyiz? Dersler konusunu kafamıza fena takmış, çocukla neredeyse başka hiçbir şey konuşmuyor olabilir miyiz? Okuldan gelir gelmez ilk sorumuz “Günün nasıl geçti? Nasılsın?” yerine, “Ödevin var mı? Ellerini yıka, yemeğe otur!” olabilir mi? Onun dersten, belki de sizden kopmuş davranışlarını “umursamazlık” olarak algılayıp iyice sinirleniyor olabilir miyiz?
Çocuğun asıl derdinin ne olduğunu anlamaya çalışmak yerine akademik başarısızlığın sebebinin organik bir rahatsızlık olduğu veya çocuğun tembelliğinden kaynaklandığını düşünmek, ilişki sorunlarına müdahale etmeden hiçbir işe yaramayacaktır. Klinik deneyimlerim, bir dönem derslerinin neredeyse hepsinden kalmak üzere olan çocukların, kendileri ve ailelerinin psikolojik destek alması sonucu okul başarılarının nasıl arttığını gözlemlememi sağladı. Evet, başarısızlığın altından da ilişki problemleri çıkabilir. Başarısızlığın sebebi, dünden bugüne yaptıklarımız değil, doğduğu günden bugüne bir türlü doğru kuramadığımız ilişkimizdeki problemler olabilir. Bu nedenle her zamanki gibi önce sağlıklı bir ebeveyn çocuk ilişkisi için çabalamak gerekir. Sonrasında okul başarısı da gelecektir.
(*) DE/HB: Dikkat eksikliği / Hiperaktivite bozukluğu

NTV'de Cumartesi'deyim

http://tvarsivi.com/studyo-konugu-uzman-psikolog-pinar-mermer-ile-calisan-annelerin-cocuklarinin-karsilasabilecekleri-so-28-04-2012-izle-i_2012040885474.html

Kalp Atışı Babaları

Günümüz çocuklarının bir şeylerden hemen sıkıldığını, bir işi sonuna kadar götüremediklerini, başarmak için mücadele etmediğini söyler dururuz değil mi? Dikkatlerinin dağınık olmalarının yanı sıra ”sebat etme” becerilerinin de eksik olması da bu sorunun sebeplerindendir.
Peki size böyle davranışların geliştirilebileceğini söylesem? Tabi ki yine tavsiye ve formül vermeyeceğim. Yine bir ilişki biçiminin öneminden bahsedeceğim. Hem de baba-çocuk ilişkisinin!
Popüler psikoloji kaynaklarının birinde, yeni bir araştırmayla ilgili bir haber gözüme ilişti. Babalar gününün yalnızca iki gün öncesinde yayınlanan bir çalışmadan bahsediliyordu. Haberin başlığı “Sebat etmek, babalardan öğreniliyor!”du. Amerika’da yayınlanan Journal of Early Adolescence dergisindeki bir araştırmanın sonucu bunu bize söylüyor. “Herkes size hayır derken, siz sebat ediyor ve umut taşıyorsanız, bunun için babanıza teşekkür edebilirsiniz” diyor haberde.
Brigham Young Üniversitesi’nden araştırmacılar yüzlerce aileyi dört yıl boyunca incelemişler. Babalar ebeveynlik biçimleriyle ilgili soruları yanıtlarken, 11-14 yaş arasındaki ön ergen ve ergen çocukları okul performansları ve amaçlarına ulaşabilme konusundaki anketleri yanıtlamışlar, üstüne video yoluyla bilgi toplama çalışmaları yapılmış.
Sonuçta demokratik ve dengeli ebeveynlik biçimi gösteren babanın çocuklarının sebat etme becerisi gösterdiği, bu becerinin yüksek okul başarısı ve daha az olumsuz davranışla ilişkili olduğu bulunmuş.
Yine aynı araştırmada katı ve otoriter ebeveynlik tarzına sahip olan babaların daha az sebat eden çocukları olduğu bulunmuş!
Annelerin de bu konuda etkili olduğunu söylemiş araştırmacılardan Randall Day. Ancak ergenlerin kendilerini nasıl algıladıkları ve hayatlarında ne kadar sebat edebilen bireyler olduklarının  demokratik ve dengeli babalık biçimiyle ilgili olduğunu da eklemiş.
Araştırmada bu babalardan, “kalp atışı babaları” olarak bahsedilmiş. Bu ismin nedeni bu babaların çocuklarıyla tutarlı bir şekilde olağan günlük etkileşimlerini sürdürmesi. Yani kalp atışı kadar tutarlı ve düzenli olmaları…
Araştırmacılar bu çalışmanın, babaların çocukların öz düzenleme ve öz saygı için ne kadar önemli olduklarına dair sayısı gittikçe artan çalışmaların bir yenisi olduğunu olduğunu söylüyorlar. Babaların belli değerleri çocuklara öğretmede daha etkili olmalarının sebebi ise toplumun baba rolünden beklentilerinin bu yönde şekillenmesi.
Peki ne gerekiyor çocuklara bu değerlerin verilebilmesi için? Araştırmacılardan Laura Padilla-Walker’a göre, etkin babalar, çocuklarını dinleyen, çocuklarıyla yakın bir ilişki kuran, gerekli kuralları koyabilen ve aynı zamanda gerekli özgürlükleri sağlayabilen babalar. Yani demoktratik-dengeli ebeveynlik aslında böyle bir şey. Ne çok serbest ne de çok katı.
Amerika’da durum böyle, peki ya Türkiye’de? Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yapılan bir çalışmanın sonucunda, ergenlik çağındaki temel stres kaynağının, ebeveynlerin çocuk yetiştirme tutumları olduğu bulunmuş. Araştırmacılar, otoritenin tamamen elden bıraldığı ebeveynlik tarzının veya baskıcı, aşırı otoriter ve tutarsız ebeveynlik tarzlarının, çocukların intihar davranışlarının da içinde bulunduğu birçok olumsuz davranışa sebep olduğunu söylüyorlar.
Bu iki araştırma bize, çocuk yetiştirirken yalnızca annenin değil, babanın da çok önemli bir rolü olduğunu gösteriyor. Hatta istenen davranışları kazandırma, istenmeyen davranışları engelleme konusunda babaların etkilerinin ne kadar büyük olduğu vurgulanıyor.
Dünyanın birçok ülkesinde babalar boşanma, yoğun çalışma saatleri veya yanlış ebeveynlik inançlarına sahip oldukları için çocuklara yeterince ve tutarlı ilgi gösteremiyor. Bu nedenle dünyada “babasız” bir nesil yetişiyor. Babaların kendi önemlerini kavramaları, yalnızca kendi çocukları için değil, dünya için de önemli bir adım olacaktır.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Seviyorsan Varım, Sevmiyorsan Yokum!


SEVİYORSAN VARIM, SEVMİYORSAN YOKUM!
Bir eğitim grubunda ebeveynlere seslenen konuşmacı ilk sorusunu soruyor: “Kaçınız anne babası tarafından sevilen bir çocuktu?” Salondaki eller bir bir yükseliyor. Bunun üzerine konuşmacı ikinci sorusunu soruyor: “Peki kaçınız anne-babası tarafından sevildiğini hissetti?” Salonda bir huzursuzluk...Yalnızca birkaç el kalkıyor. Bilmek ve hissetmek farklıdır. Ebeveynlerimiz bizi onaylarak, ihtiyaçlarımıza zamanında ve uygun şekilde sevgiyle karşılık vererek, zorluklarda yanımızda olarak, çabalamamızı takdir ederek, bizimle gözgöze ve fiziksel temas kurarak bizi sevdiklerini hissettirebilirler. Bunun dışında her istediğimizi yapmaları, donuk bir tavırla fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılamalarının bir anlamı yoktur.

Çocuklar sınırlarını test etmeyi severler. Onlar için becerilerini sonuna kadar sınamak ve ne kadar kabul gördüklerini anlamaya çalışmak müthiş bir araştırma alanıdır. Bu süreçte anne-babanın cinlerini kolayca tepelerine çıkarabilecek davranışlarda bulunurlar. Anne-babaların böyle durumlarla baş edebilmek için yüzlerce taktiği vardır. Bu taktiklerin bazıları oldukça gelişmiş düzeydeyken bazıları “en benim” diyen anne-babanın bile zaman zaman düştüğü kocaman bir yanlışlar zincirini içerir maalesef. Dikkat edersek bu zinciri başlatanın bazı cümleler olduğunu fark ederiz.
Her gün onlarca çocuğa söylendiğini duyduğumuz, nedense yetişkinlere hiç söylenmeyen cümlelerdir bunlar. Özellikle bizim coğrafyada “Böyle yaparsan seni sevmem!” ilk sırada yerini alır. Söz konusu yüzümüze dik dik bakan bir yumurcak olduğunda otomatik bir tepkidir verilen. Otomatiktir yani düşünerek verilen bir tepki değildir. O sırada onu sevmeyeceğimizi haykırdığımız insan da karşımızdaki ufaklık değildir .
Çocuğun davranışıyla tetiklenen şey aslında anne-babanın geçmişteki, kendi çocukluklarındaki acı tecrübeleridir. Yani bilinçdışımızda yaşayan ve ne zaman nasıl ortaya çıkacağını bilemediğimiz geçmişin hortlaklarıdır bize böyle cümleleri söyleten. İşte o anlarda duygusal açıdan kör ve sağır oluruz. Bütün enerjimizi hortlaklarla mücadeleye harcarken çocuğun ne durumda olduğuyla ilgilenecek halde olamayız. Onu kaygı, korku dolu bakışlarıyla yalnız bırakırız. Bir cümlemizle çocuk denen hızla büyüyen ve gelişen organizmanın bütün mekanizmasını bozduğumuzu fark etmeyiz. Çünkü kendi sistemimizin bozuk tarafıyla başbaşayızdır.
Çocuksa o anda müthiş bir mücadele içine girmiştir. Hayatının en önemli mücadelesidir bu: var olma mücadelesi. Çocuk varlığının bir yetişkine bağlı olduğunu dünyaya geldiği ilk andan itibaren hisseder, bilir. Fiziksel ihtiyaçları karşılansa bile duygusal ihtiyaçları es geçildiği zaman, sevilmediği zaman, “yok sayıldığı” zaman, o da kendini “yok” sayacaktır.
Bu hissi anlamak için biraz hayal gücü kullanalım. Kendinizi çok kalabalık bir pazaryerinde hayal edin. Herkes yüksek sesle birbiriyle konuşuyor, sizin hakim olduğunuz bir dil değil bu. Bazı sokaklarda tabelalar var, bazıları ise labirent gibi. Elinizde küçük bir harita var ancak o da parça parça çizimler içeriyor. Birilerinden yardım almaya karar veriyorsunuz. “Pardon bakar mısınız?” Kimse dönüp bakmıyor. Sesinizi yükseltiyorsunuz, “Pardon! Hanımefendi! Beyefendi!”
Sizi görmüyor ve duymuyorlar. Birinin kolunu tutuyor “Bana yardım eder misiniz? Kayboldum!” diyorsunuz, o ise anlaşılmaz birşeyler söyleyerek yanınızdan uzaklaşıyor. Avazınız çıktığı kadar bağırıyor ancak kimseye sesinizi duyuramıyorsunuz. İyiden iyiye paniklersiniz değil mi? Siz yokmuşsunuz gibi davranıyorlar! Oradan asla kurtulamayacağınızı düşünürsünüz. Bir o yana bir bu yana koşar bir yandan da birinin bizi duyması ümidiyle bağırırsınız, yakaladığınız insanları var olduğunuza inandırmaya çalışırsınız. Çıkış yolunu bulamadıkça oryantasyonunuz bozulur. Kesinlikle birinin yardımına ihtiyacınız vardır ancak oradakiler sizin var olmadığınızı düşünmektedir. Burada yapayalnız öleceğim diye düşünmeye başlarsınız.
İşte çocuk sevilmediğini hissettiği zaman böyle bir kabusun içinde bulur kendini. Onun için sevilmeme ihtimali varlığına aldığı öyle büyük bir tehdittir ki... Zaman zaman çok öfkelendiğinde size haykırır : “Sevmicem işte seni artık!”.
Tabi ki de otomatik cevaplarımız hazırdır! “Sevmezsen sevme”, “Ben de seni sevmiyorum!” “Sen ne kadar da kötü, nankör bir çocuksun!”
Zaten yolunu kaybetmiş, kendi öfkesinden korkmuş çocuğa verdiğimiz bu yanıtlarla, yol tabelalarını bir bir kaldırmış oluruz. Çıkmaz sokaklarla dolu bir labirentin içine birlikte girmiş oluruz. Oysa yapmamız gereken ona bu dünyadaki var olma mücadelesinde rehberlik etmektir. Ancak tam tersi, çocuk bizim kendisinden daha çaresiz, daha öfkeli , daha kaybolmuş halimizle karşı karşıya kalır . Üstüne gider anne babanın, ağlar, bağırır, susar, içine kapanır, kendine zarar verir, kardeşine vurur, oyuncakları fırlatır. Anne baba ise “Gözümün içine baka baka aynı davranışları sürdürüyor. Bu çocuk benim inadıma yapıyor” diyerek tepkilerinin dozunu arttırır. Zaten o an her iki tarafta da mantık kalmamıştır. Anne babanın hortlakları çocuğu da esir almıştır. Çocukla çocuk olunmuştur o an. Ortada bir yetişkin dolayısıyla çocuk için güvenilir bir rehber yoktur. Bu nedenle çocuk çaresizce etrafta dolanır, bir türlü sakinleşemez ve aslında ne yaptığının farkında bile değildir. Anne baba onun “dikkat çekmek için” böyle davrandığını düşünür ve iyice geri çeker kendini.
Bu durum sık sık tekrar eder. Çocuk sonunda sizden vazgeçer çünkü size güvenmiyordur. Öfkeli bir çocuktur artık o, sakinleşemez. Onun “Seni sevmiyorum” diye en ufak bir konuda bile isyan etmesi için çevresinde olmanız yeterlidir. Anne baba da bu olumsuz davranışları yüzünden çocuktan umudu keser. Yani baştaki cümle, bir kehanet gibi gerçekleşmiştir :“Böyle yaparsan seni sevmem!”.
Eğer bu senaryo size korkutucu geliyorsa bunu engellemek için yapabilecekleriniz olduğunu unutmayın. Bugünden itibaren ilk yapmanız gereken dinlemeyi denemek. Önce kendimizi. Kriz anlarında ortaya çıkan hatta krizlerin çoğuna çanak tutan kırılmış, görülmemiş, onaylanmamış tarafınızı dinleyin. Bir çocuk olarak yeterince sevildiğinizi hissedebildiniz mi? Böyle hissetmediyseniz geçmişin hortlakları da onlarla yüzleşmedikçe peşinizi bırakmayacaktır. Önce içinizdeki çocuğun yaralarını sarmaya bakın. Ancak bunu yapabildikten sonra çocuğunuzu duyabilecek, görebilecek hale gelecekseniz yavaş yavaş. Çocuğunuzun neye ihtiyacı var? Size ne demek istiyor? Neden böyle davranmış olabilir? Bu soruları kendinize de her fırsatta sorun. Benim neye ihtiyacım var ? Neden böyle tepki vermiş olabilirim?. İçinizdeki kırılmış çocuktan kaçmak yerine onu sıkı sıkı tutup hak ettiği gibi severseniz çocuğunuzu hak ettiği gibi sevebilirsiniz. İşte o zaman çocukla çocuk olmaktan korkmayın. Yetişkin yanınızı unutmadan...Birbirini saran ve birbirine iyi gelen iki çocuk...

22 Mayıs 2012 Salı

Yeterli Anne-Babalık: Seyirci Etkisine Karşı Durabilmektir

Bystander Effect- Seyirci Apatisi: Toplumsal Duyarlılık Testi
 Yalnızca bizim çocğumuz, bizim sevdiklerimiz, bizim yakınımızdaki insanlar mı önemli bizim için? Yalnızca kendi canımız yanınca mı sesimizi çıkarırız? Başkasının çocuğunun başına olmadık şeyler gelirken, "Çok şükür bizde öyle bir şey yok" diyip geçip gidenlerden miyiz? Öyleyse Kitty'nin hikayesine bir göz atın.
Yirmi dokuz yaşındaki Kitty Genovese, 13 Mart 1964 gecesi, New York'taki apartman dairesinin 30 metre ilerisindeki otoparka arabasını park etti. Arkasında duran Moseley'i fark ettiğinde kaçmaya başladı. Moseley, Kitty'yi iki kere sırtından bıçakladı. Çığlıkları duyan bir komşu camdan “Kızı rahat bırak “ diye bağırdı. Bunun üzerine Moseley kaçtı. Kitty apartmanın kilitli olan arka kapısının önünde yarı baygın yatıyordu. On dakika sonra arabasından aldığı şapkayı takan Moseley, etrafı tarayarak Kitty'yi aramaya koyuldu. Onu buldu, tekrar tekrar bıçakladı ve ona tecavüz etti. Bunu gören bir kişi polisi aradı ve polis birkaç dakika içinde geldi. Kitty hastaneye giderken ambulansta öldü. Moseley, cinayeti “sırf öldürmek için” işlediğini söyledi. Bunun dışında iki cinayet daha işlediği ortaya çıktı.Gece karısıyla yattığı yataktan kalkıyor ve kendine sokaklarda kurban arıyordu. Onun psikiyatrik rahatsızlığı olduğuna karar verdiler. Aklı, vicdanı kaybetmiş bir hasta...
38 kişiden bahsedilir bu olayda; suç ortağı olarak. Olayı duyan, gören ve “Nasıl olsa birisi yardım eder” mantığıyla hiçbirşey yapmayan...Bu insanların yasalara uyan, iyi vatandaşlar oldukları söylenir.
Bunun üzerine sosyal psikologlar bu konuyu araştırmış ve bu durum için bir isim bulmuşlar “Bystander Effect” - Seyirci Apatisi. İşin kötü tarafı, çevredeki görgü tanığı sayısı arttıkça “Bystander Effect”in daha yoğun yaşandığı bulunmuş. Yani etraftaki insan sayısı arttıkça “Ben yardım etmezsem başkası eder” , “Kesin birisi polisi aramıştır” diyenlerin de sayısı artar. Bu durumla ilgili yapılan bir çok araştırma sonucunda artık biliyoruz ki insan psikolojisi bazen -özellikle toplumsal konularda- insana çok büyük yanlışlar yaptırabiliyor.
 Sizin veya çocuğunuzun başına “şimdilik” üzücü bir şey gelmemiş olabilir. Eğer toplumsal olaylara karşı umursamaz tutumumuzdan vazgeçmezsek, günün birinde mutlaka üzücü olaylar yaşayacağız demektir. Çünkü bizi zor duruma sokan insanlar “Nasıl olsa kimse bir şey yapmayacak, meydan benim” mantığıyla hareket etmeyi, bizim umursamazlığımız sayesinde öğrenmiş olacaklar. O zaman hiçbirşey konusunda şikayet etme ,sızlanma hakkımız olmayacak.

5 Nisan 2012 Perşembe

Elmaniz Hala Kizarmadiysa...


Bu aralar "Einstein cocuk" yetistirmeye calismak yukselen bir trend anladigim kadariyla.Zeka sozcugu modern toplum bireylerinin agzindan dusmuyor. Iyi kalpli bir insan, yardimsever bir cocuk demek yerine "Zeki cok zeki" demeyi tercih ediyoruz. Yoldan gecen yuz insana sorsak yuz farkli zeka tanimi alabiliriz. Ozellikle anne-babalar okul basarisini bir zeka olcutu olarak kabul ediyor ve nice cin gibi cocuklar okul sisteminin icinde harcaniyor. BIliyorum, su anda bu yaziyi okuyan cogu insan, daha kucucuk yaslarda okudu okuyamadi, elmasi kizardi kizaramadi, tembeller caliskanlar,akillilar cahiller diye gruplara ayrildi. O zamanlar belki zeka sozcugu cok kullanilmazdi. Ancak bilirdiniz hangi gruba ait oldugunuzu. Hala belki hatirlayinca iciniz ciz ediyordur. Eger sansli gruptaysaniz hem kendi adiniza hem de arka siradakiler adina sizliyordur icinizde bir yerler. Biliyorsunuz degil mi, bu sistem cogu okulda direkt veya dolayli bicimde hala devam ediyor.
Birileri arka siralara atiliyor ve ondan umut kesiliyor.Cunku o zeki degil. Neye gore kime gore? Bana ders basarisizligi sikayetiyle getirilen cocuklarin zeka testi puanlarinin ne kadar normal oldugunu gorunce artik sasirmiyorum. Bu cocuk bu sistemde zeki gorunmeyebilir ama baska bir dunyada baska bir sistemde neler yapabilecegine inanamazsiniz diyorum ailelere.
Cocukken icsellestirdigimiz dusunce kaliplari var. Kendimizle gelistirdigimiz ic diyaloglarda yakalariz onlari. "Ben zeki degilim ki" "Ben yapamam ki""Ne kadar cabalasam da bir ise yaramayacak"....
Bakin simdi size bir ornek verecegim. Neden o elmalar bir turlu kizarmiyor beraber gorelim.
Bir arastirma icin bir grup ogrenci seciliyor.Bu ogrencilere bir matematik sorusu veriliyor. Sorunun cevabina bakmadan grubu rastgele ikiye ayiriyor arastirmacilar, ilk gruba "Siz basardiniz" ikinci gruba " Siz basarisizsiniz" deniliyor. Sonra bu iki gruba tekrar basit bir matematik sorusu veriliyor. Sonuc mu? Ilk grup sorulari yanitlamakta ikinci gruba gore daha basarili! Neden mi? Cunku ikinci gruptakilerin aklina "Siz basarisizsiniz" fikri girdi bir kere! Basaramadilar!
Einstein cocuk yetistirirken hic Einstein'a kulak verdik mi?
"Cok zeki degilim, sadece problemle uzun sure kalabiliyorum" Albert Einstein
Birakin kizarmasin o elma. Belki de sizin elmaniz yesil pembe mavi mor olmak istiyordur?
yazinin devami geliyor....

1 Nisan 2012 Pazar

Dovulen Kopekler ve Olu Ruhlar

Hamile kopegi doven cocuklarmis! Bir canliyi ve karnindaki yavrulari olduren, hatta etraftaki baska kopek yavrularini da ara ara ziyaret edip doven yine cocuklarmis! Haberlere "Vay merhamatsiz cocuklar, Vay muslumanliktan nasibini almamislar" diye yorumlar yapiliyor. Boyle vicdansizlik olur mu? Olur. Boyle vicdansizlik da olur, daha fazlasi da olur, olacak da...Cunku bu memlekette bu aralar ne olursa "Uc bes cocugun isi" denilip geciliyor. Bazen de cocuklar hapse atiliyor, hicbir psikolojik destek almadan, tam tersi cinsel ve psikolojik istismara maruz kalarak cezaevlerinde soluyorlar... Bence once "Vay merhametsizler" diyen Ahmet Efendiyi bir dinlemeli:
"Vay merhametsiz vay vicdansiz cocuklar... Cocuk dedigin boyle mi olmali ya? Vur kafasina al ekmegini olmali, ana-babasinin sozunden cikmamali, babanin vurdugu yer gul biter bir tane daha vur babacigim demeli, anne dayak yerken saygidan babasina dedesine agabeyine mudahale etmemeli. Hasa saygisizlik bizim kulturumuzde kabul gormez! Cocuk dedigin testiyi kirmadan okkali bir tokat yemeli ki kirmamayi ogrensin. E bu bizim cok ovundugumuz hocamizin fikrasinda bile var degil mi hehehehe , ogretmek lazim cocuklara  hocaefendiyi! Cocuk dedigin buyuklerin lafina karismamali. Yalniz ana-babasina atasina degil hocasina da karsi cikmamali. Biz oyle gorduk. Babam okula verirken dedi 'Hocam eti senin kemigi benim". ..Bizim parmak uclarimiz kanardi cetvelle vurulmaktan da sesimizi cikarmazdik hocamiza, gider elini oper af dilerdik. Biz hataliyiz biiiizz ah ah ogretemedik gelenek gorenegimizi cocugumuza. O kadar da dovdum,  kufur ettim, ahira kilitledim, ac biraktim zincire bile vurdum. Uslanmiyor cocuk! Nasil cocuklar bunlar ben anlamadim. Yeni nesil bunlar azizim. Biz boyle miydik ya? Ben sigara icerim ama sigaraya karsiyim. Gecen gun sigara icerken yakaladim essogluessegi! Soktum banyoya "Soyun ulan" dedim, bir dovdum bir dovdum. Akli basina gelsin diye.Bir daha icerken goreyim...
Gecen ayni seyi bizim emmoglu  Hasan da yapmis. O da az dayak yemediydi zamaninda dedemlerden. Onun durumu daha fena. Oglunu kari gibi kivirtirken gormus. Alti yasinda cocuk kivirtir mi hic? Kemerle dovmus valla. Kendisi de az kemer yemedi keratanin hehehe. Bizim dinimiz boyle pisliklere izin vermez. Televizyondan ogreniyorlar boyle kivirtmayi. Bizim toremiz gelenegimiz var efendim. Biz kizimizi circiplak sokaga salmayiz. Onaltisina geldi mi amcaogluyla evlenecek. Rahmetli babam ne adamdi, helal olsun. Bacaklarini kirardi ablamlarin etegi bir karis kisa olsun. E kizini dovmeyen dizini dover. Ben onun gibi olamadim. Bir guzel dovup terbiye edemedim cocuklarimi. Hep analari yuzunden. Onu da dovuyorum ama lanet kadin bana misin demiyor.
Ben var ya ben, o kopegi doven cocugu bir bulsam var ya, essek sudan gelinceye kadar...

Ahmet Efendi de Hasan Efendi de birer kurbandir bu meselede, en az oldurulen kopekler ve olduren cocuklar kadar. Siddet, kulturumuzun kilcal damarlarina kadar islemistir maalesef. Kulturel dayatmalar yetmiyormus gibi, televizyon, gazete, internet oyunlari da kan, olum, cinayet, adaletsizlik saciyor. Zaten  saglam olmayan yoz kulturel zemin, karacahil insanlarin yanlis yonlendirilmeleriyle percinleniyor. Egitim sistemi ve aile sistemi arasinda sikisan cocuk, toplumun curumus deger yargilariyla carpisip eriyip gidiyor.
Bir cocugun posasidir kopegi olduren. O cocuk aslinda oluden farksizdir. Kendi ruhunun acisini anlatmak ister her vicdansiz hareketinde. Duygu yoktur orada artik. Intikam istegi bile yoktur. Sadece bir bosluk vardir. Kendini kaybetme hali... Hasta bile degildir o cocugun ruhu, oludur.
Boyle cocuklarin aslinda fiziksel , cinsel , duygusal istismara maruz kaldigini ve davranislarinin temel nedeninin bu oldugunu sadece uzmanlar bilmesin artik. Acligin, yoksullugun cocuklarda siddet davranislarini arttirdigini, kendisine siddet uygulanmasa bile cevresinde bunu gozlemleyerek de siddet davranisinin ogrenildigini, evde silah bulunmasinin siddeti tetikledigini, evdeki stres faktorunun siddet egilimini arttirdigini herkes bilsin. Yalnizca bilgilenir, bilinclenirsek bu cocuklarin kopeklere yaptiklarinin olu ruhlarin bir yardim cagrisi oldugunu anlayabiliriz. Lutfen cocuklari oldurulmesine artik seyirci kalmayalim, kopeklerin de, insanligin da...