Ads 468x60px

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Seviyorsan Varım, Sevmiyorsan Yokum!


SEVİYORSAN VARIM, SEVMİYORSAN YOKUM!
Bir eğitim grubunda ebeveynlere seslenen konuşmacı ilk sorusunu soruyor: “Kaçınız anne babası tarafından sevilen bir çocuktu?” Salondaki eller bir bir yükseliyor. Bunun üzerine konuşmacı ikinci sorusunu soruyor: “Peki kaçınız anne-babası tarafından sevildiğini hissetti?” Salonda bir huzursuzluk...Yalnızca birkaç el kalkıyor. Bilmek ve hissetmek farklıdır. Ebeveynlerimiz bizi onaylarak, ihtiyaçlarımıza zamanında ve uygun şekilde sevgiyle karşılık vererek, zorluklarda yanımızda olarak, çabalamamızı takdir ederek, bizimle gözgöze ve fiziksel temas kurarak bizi sevdiklerini hissettirebilirler. Bunun dışında her istediğimizi yapmaları, donuk bir tavırla fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılamalarının bir anlamı yoktur.

Çocuklar sınırlarını test etmeyi severler. Onlar için becerilerini sonuna kadar sınamak ve ne kadar kabul gördüklerini anlamaya çalışmak müthiş bir araştırma alanıdır. Bu süreçte anne-babanın cinlerini kolayca tepelerine çıkarabilecek davranışlarda bulunurlar. Anne-babaların böyle durumlarla baş edebilmek için yüzlerce taktiği vardır. Bu taktiklerin bazıları oldukça gelişmiş düzeydeyken bazıları “en benim” diyen anne-babanın bile zaman zaman düştüğü kocaman bir yanlışlar zincirini içerir maalesef. Dikkat edersek bu zinciri başlatanın bazı cümleler olduğunu fark ederiz.
Her gün onlarca çocuğa söylendiğini duyduğumuz, nedense yetişkinlere hiç söylenmeyen cümlelerdir bunlar. Özellikle bizim coğrafyada “Böyle yaparsan seni sevmem!” ilk sırada yerini alır. Söz konusu yüzümüze dik dik bakan bir yumurcak olduğunda otomatik bir tepkidir verilen. Otomatiktir yani düşünerek verilen bir tepki değildir. O sırada onu sevmeyeceğimizi haykırdığımız insan da karşımızdaki ufaklık değildir .
Çocuğun davranışıyla tetiklenen şey aslında anne-babanın geçmişteki, kendi çocukluklarındaki acı tecrübeleridir. Yani bilinçdışımızda yaşayan ve ne zaman nasıl ortaya çıkacağını bilemediğimiz geçmişin hortlaklarıdır bize böyle cümleleri söyleten. İşte o anlarda duygusal açıdan kör ve sağır oluruz. Bütün enerjimizi hortlaklarla mücadeleye harcarken çocuğun ne durumda olduğuyla ilgilenecek halde olamayız. Onu kaygı, korku dolu bakışlarıyla yalnız bırakırız. Bir cümlemizle çocuk denen hızla büyüyen ve gelişen organizmanın bütün mekanizmasını bozduğumuzu fark etmeyiz. Çünkü kendi sistemimizin bozuk tarafıyla başbaşayızdır.
Çocuksa o anda müthiş bir mücadele içine girmiştir. Hayatının en önemli mücadelesidir bu: var olma mücadelesi. Çocuk varlığının bir yetişkine bağlı olduğunu dünyaya geldiği ilk andan itibaren hisseder, bilir. Fiziksel ihtiyaçları karşılansa bile duygusal ihtiyaçları es geçildiği zaman, sevilmediği zaman, “yok sayıldığı” zaman, o da kendini “yok” sayacaktır.
Bu hissi anlamak için biraz hayal gücü kullanalım. Kendinizi çok kalabalık bir pazaryerinde hayal edin. Herkes yüksek sesle birbiriyle konuşuyor, sizin hakim olduğunuz bir dil değil bu. Bazı sokaklarda tabelalar var, bazıları ise labirent gibi. Elinizde küçük bir harita var ancak o da parça parça çizimler içeriyor. Birilerinden yardım almaya karar veriyorsunuz. “Pardon bakar mısınız?” Kimse dönüp bakmıyor. Sesinizi yükseltiyorsunuz, “Pardon! Hanımefendi! Beyefendi!”
Sizi görmüyor ve duymuyorlar. Birinin kolunu tutuyor “Bana yardım eder misiniz? Kayboldum!” diyorsunuz, o ise anlaşılmaz birşeyler söyleyerek yanınızdan uzaklaşıyor. Avazınız çıktığı kadar bağırıyor ancak kimseye sesinizi duyuramıyorsunuz. İyiden iyiye paniklersiniz değil mi? Siz yokmuşsunuz gibi davranıyorlar! Oradan asla kurtulamayacağınızı düşünürsünüz. Bir o yana bir bu yana koşar bir yandan da birinin bizi duyması ümidiyle bağırırsınız, yakaladığınız insanları var olduğunuza inandırmaya çalışırsınız. Çıkış yolunu bulamadıkça oryantasyonunuz bozulur. Kesinlikle birinin yardımına ihtiyacınız vardır ancak oradakiler sizin var olmadığınızı düşünmektedir. Burada yapayalnız öleceğim diye düşünmeye başlarsınız.
İşte çocuk sevilmediğini hissettiği zaman böyle bir kabusun içinde bulur kendini. Onun için sevilmeme ihtimali varlığına aldığı öyle büyük bir tehdittir ki... Zaman zaman çok öfkelendiğinde size haykırır : “Sevmicem işte seni artık!”.
Tabi ki de otomatik cevaplarımız hazırdır! “Sevmezsen sevme”, “Ben de seni sevmiyorum!” “Sen ne kadar da kötü, nankör bir çocuksun!”
Zaten yolunu kaybetmiş, kendi öfkesinden korkmuş çocuğa verdiğimiz bu yanıtlarla, yol tabelalarını bir bir kaldırmış oluruz. Çıkmaz sokaklarla dolu bir labirentin içine birlikte girmiş oluruz. Oysa yapmamız gereken ona bu dünyadaki var olma mücadelesinde rehberlik etmektir. Ancak tam tersi, çocuk bizim kendisinden daha çaresiz, daha öfkeli , daha kaybolmuş halimizle karşı karşıya kalır . Üstüne gider anne babanın, ağlar, bağırır, susar, içine kapanır, kendine zarar verir, kardeşine vurur, oyuncakları fırlatır. Anne baba ise “Gözümün içine baka baka aynı davranışları sürdürüyor. Bu çocuk benim inadıma yapıyor” diyerek tepkilerinin dozunu arttırır. Zaten o an her iki tarafta da mantık kalmamıştır. Anne babanın hortlakları çocuğu da esir almıştır. Çocukla çocuk olunmuştur o an. Ortada bir yetişkin dolayısıyla çocuk için güvenilir bir rehber yoktur. Bu nedenle çocuk çaresizce etrafta dolanır, bir türlü sakinleşemez ve aslında ne yaptığının farkında bile değildir. Anne baba onun “dikkat çekmek için” böyle davrandığını düşünür ve iyice geri çeker kendini.
Bu durum sık sık tekrar eder. Çocuk sonunda sizden vazgeçer çünkü size güvenmiyordur. Öfkeli bir çocuktur artık o, sakinleşemez. Onun “Seni sevmiyorum” diye en ufak bir konuda bile isyan etmesi için çevresinde olmanız yeterlidir. Anne baba da bu olumsuz davranışları yüzünden çocuktan umudu keser. Yani baştaki cümle, bir kehanet gibi gerçekleşmiştir :“Böyle yaparsan seni sevmem!”.
Eğer bu senaryo size korkutucu geliyorsa bunu engellemek için yapabilecekleriniz olduğunu unutmayın. Bugünden itibaren ilk yapmanız gereken dinlemeyi denemek. Önce kendimizi. Kriz anlarında ortaya çıkan hatta krizlerin çoğuna çanak tutan kırılmış, görülmemiş, onaylanmamış tarafınızı dinleyin. Bir çocuk olarak yeterince sevildiğinizi hissedebildiniz mi? Böyle hissetmediyseniz geçmişin hortlakları da onlarla yüzleşmedikçe peşinizi bırakmayacaktır. Önce içinizdeki çocuğun yaralarını sarmaya bakın. Ancak bunu yapabildikten sonra çocuğunuzu duyabilecek, görebilecek hale gelecekseniz yavaş yavaş. Çocuğunuzun neye ihtiyacı var? Size ne demek istiyor? Neden böyle davranmış olabilir? Bu soruları kendinize de her fırsatta sorun. Benim neye ihtiyacım var ? Neden böyle tepki vermiş olabilirim?. İçinizdeki kırılmış çocuktan kaçmak yerine onu sıkı sıkı tutup hak ettiği gibi severseniz çocuğunuzu hak ettiği gibi sevebilirsiniz. İşte o zaman çocukla çocuk olmaktan korkmayın. Yetişkin yanınızı unutmadan...Birbirini saran ve birbirine iyi gelen iki çocuk...

22 Mayıs 2012 Salı

Yeterli Anne-Babalık: Seyirci Etkisine Karşı Durabilmektir

Bystander Effect- Seyirci Apatisi: Toplumsal Duyarlılık Testi
 Yalnızca bizim çocğumuz, bizim sevdiklerimiz, bizim yakınımızdaki insanlar mı önemli bizim için? Yalnızca kendi canımız yanınca mı sesimizi çıkarırız? Başkasının çocuğunun başına olmadık şeyler gelirken, "Çok şükür bizde öyle bir şey yok" diyip geçip gidenlerden miyiz? Öyleyse Kitty'nin hikayesine bir göz atın.
Yirmi dokuz yaşındaki Kitty Genovese, 13 Mart 1964 gecesi, New York'taki apartman dairesinin 30 metre ilerisindeki otoparka arabasını park etti. Arkasında duran Moseley'i fark ettiğinde kaçmaya başladı. Moseley, Kitty'yi iki kere sırtından bıçakladı. Çığlıkları duyan bir komşu camdan “Kızı rahat bırak “ diye bağırdı. Bunun üzerine Moseley kaçtı. Kitty apartmanın kilitli olan arka kapısının önünde yarı baygın yatıyordu. On dakika sonra arabasından aldığı şapkayı takan Moseley, etrafı tarayarak Kitty'yi aramaya koyuldu. Onu buldu, tekrar tekrar bıçakladı ve ona tecavüz etti. Bunu gören bir kişi polisi aradı ve polis birkaç dakika içinde geldi. Kitty hastaneye giderken ambulansta öldü. Moseley, cinayeti “sırf öldürmek için” işlediğini söyledi. Bunun dışında iki cinayet daha işlediği ortaya çıktı.Gece karısıyla yattığı yataktan kalkıyor ve kendine sokaklarda kurban arıyordu. Onun psikiyatrik rahatsızlığı olduğuna karar verdiler. Aklı, vicdanı kaybetmiş bir hasta...
38 kişiden bahsedilir bu olayda; suç ortağı olarak. Olayı duyan, gören ve “Nasıl olsa birisi yardım eder” mantığıyla hiçbirşey yapmayan...Bu insanların yasalara uyan, iyi vatandaşlar oldukları söylenir.
Bunun üzerine sosyal psikologlar bu konuyu araştırmış ve bu durum için bir isim bulmuşlar “Bystander Effect” - Seyirci Apatisi. İşin kötü tarafı, çevredeki görgü tanığı sayısı arttıkça “Bystander Effect”in daha yoğun yaşandığı bulunmuş. Yani etraftaki insan sayısı arttıkça “Ben yardım etmezsem başkası eder” , “Kesin birisi polisi aramıştır” diyenlerin de sayısı artar. Bu durumla ilgili yapılan bir çok araştırma sonucunda artık biliyoruz ki insan psikolojisi bazen -özellikle toplumsal konularda- insana çok büyük yanlışlar yaptırabiliyor.
 Sizin veya çocuğunuzun başına “şimdilik” üzücü bir şey gelmemiş olabilir. Eğer toplumsal olaylara karşı umursamaz tutumumuzdan vazgeçmezsek, günün birinde mutlaka üzücü olaylar yaşayacağız demektir. Çünkü bizi zor duruma sokan insanlar “Nasıl olsa kimse bir şey yapmayacak, meydan benim” mantığıyla hareket etmeyi, bizim umursamazlığımız sayesinde öğrenmiş olacaklar. O zaman hiçbirşey konusunda şikayet etme ,sızlanma hakkımız olmayacak.

5 Nisan 2012 Perşembe

Elmaniz Hala Kizarmadiysa...


Bu aralar "Einstein cocuk" yetistirmeye calismak yukselen bir trend anladigim kadariyla.Zeka sozcugu modern toplum bireylerinin agzindan dusmuyor. Iyi kalpli bir insan, yardimsever bir cocuk demek yerine "Zeki cok zeki" demeyi tercih ediyoruz. Yoldan gecen yuz insana sorsak yuz farkli zeka tanimi alabiliriz. Ozellikle anne-babalar okul basarisini bir zeka olcutu olarak kabul ediyor ve nice cin gibi cocuklar okul sisteminin icinde harcaniyor. BIliyorum, su anda bu yaziyi okuyan cogu insan, daha kucucuk yaslarda okudu okuyamadi, elmasi kizardi kizaramadi, tembeller caliskanlar,akillilar cahiller diye gruplara ayrildi. O zamanlar belki zeka sozcugu cok kullanilmazdi. Ancak bilirdiniz hangi gruba ait oldugunuzu. Hala belki hatirlayinca iciniz ciz ediyordur. Eger sansli gruptaysaniz hem kendi adiniza hem de arka siradakiler adina sizliyordur icinizde bir yerler. Biliyorsunuz degil mi, bu sistem cogu okulda direkt veya dolayli bicimde hala devam ediyor.
Birileri arka siralara atiliyor ve ondan umut kesiliyor.Cunku o zeki degil. Neye gore kime gore? Bana ders basarisizligi sikayetiyle getirilen cocuklarin zeka testi puanlarinin ne kadar normal oldugunu gorunce artik sasirmiyorum. Bu cocuk bu sistemde zeki gorunmeyebilir ama baska bir dunyada baska bir sistemde neler yapabilecegine inanamazsiniz diyorum ailelere.
Cocukken icsellestirdigimiz dusunce kaliplari var. Kendimizle gelistirdigimiz ic diyaloglarda yakalariz onlari. "Ben zeki degilim ki" "Ben yapamam ki""Ne kadar cabalasam da bir ise yaramayacak"....
Bakin simdi size bir ornek verecegim. Neden o elmalar bir turlu kizarmiyor beraber gorelim.
Bir arastirma icin bir grup ogrenci seciliyor.Bu ogrencilere bir matematik sorusu veriliyor. Sorunun cevabina bakmadan grubu rastgele ikiye ayiriyor arastirmacilar, ilk gruba "Siz basardiniz" ikinci gruba " Siz basarisizsiniz" deniliyor. Sonra bu iki gruba tekrar basit bir matematik sorusu veriliyor. Sonuc mu? Ilk grup sorulari yanitlamakta ikinci gruba gore daha basarili! Neden mi? Cunku ikinci gruptakilerin aklina "Siz basarisizsiniz" fikri girdi bir kere! Basaramadilar!
Einstein cocuk yetistirirken hic Einstein'a kulak verdik mi?
"Cok zeki degilim, sadece problemle uzun sure kalabiliyorum" Albert Einstein
Birakin kizarmasin o elma. Belki de sizin elmaniz yesil pembe mavi mor olmak istiyordur?
yazinin devami geliyor....

1 Nisan 2012 Pazar

Dovulen Kopekler ve Olu Ruhlar

Hamile kopegi doven cocuklarmis! Bir canliyi ve karnindaki yavrulari olduren, hatta etraftaki baska kopek yavrularini da ara ara ziyaret edip doven yine cocuklarmis! Haberlere "Vay merhamatsiz cocuklar, Vay muslumanliktan nasibini almamislar" diye yorumlar yapiliyor. Boyle vicdansizlik olur mu? Olur. Boyle vicdansizlik da olur, daha fazlasi da olur, olacak da...Cunku bu memlekette bu aralar ne olursa "Uc bes cocugun isi" denilip geciliyor. Bazen de cocuklar hapse atiliyor, hicbir psikolojik destek almadan, tam tersi cinsel ve psikolojik istismara maruz kalarak cezaevlerinde soluyorlar... Bence once "Vay merhametsizler" diyen Ahmet Efendiyi bir dinlemeli:
"Vay merhametsiz vay vicdansiz cocuklar... Cocuk dedigin boyle mi olmali ya? Vur kafasina al ekmegini olmali, ana-babasinin sozunden cikmamali, babanin vurdugu yer gul biter bir tane daha vur babacigim demeli, anne dayak yerken saygidan babasina dedesine agabeyine mudahale etmemeli. Hasa saygisizlik bizim kulturumuzde kabul gormez! Cocuk dedigin testiyi kirmadan okkali bir tokat yemeli ki kirmamayi ogrensin. E bu bizim cok ovundugumuz hocamizin fikrasinda bile var degil mi hehehehe , ogretmek lazim cocuklara  hocaefendiyi! Cocuk dedigin buyuklerin lafina karismamali. Yalniz ana-babasina atasina degil hocasina da karsi cikmamali. Biz oyle gorduk. Babam okula verirken dedi 'Hocam eti senin kemigi benim". ..Bizim parmak uclarimiz kanardi cetvelle vurulmaktan da sesimizi cikarmazdik hocamiza, gider elini oper af dilerdik. Biz hataliyiz biiiizz ah ah ogretemedik gelenek gorenegimizi cocugumuza. O kadar da dovdum,  kufur ettim, ahira kilitledim, ac biraktim zincire bile vurdum. Uslanmiyor cocuk! Nasil cocuklar bunlar ben anlamadim. Yeni nesil bunlar azizim. Biz boyle miydik ya? Ben sigara icerim ama sigaraya karsiyim. Gecen gun sigara icerken yakaladim essogluessegi! Soktum banyoya "Soyun ulan" dedim, bir dovdum bir dovdum. Akli basina gelsin diye.Bir daha icerken goreyim...
Gecen ayni seyi bizim emmoglu  Hasan da yapmis. O da az dayak yemediydi zamaninda dedemlerden. Onun durumu daha fena. Oglunu kari gibi kivirtirken gormus. Alti yasinda cocuk kivirtir mi hic? Kemerle dovmus valla. Kendisi de az kemer yemedi keratanin hehehe. Bizim dinimiz boyle pisliklere izin vermez. Televizyondan ogreniyorlar boyle kivirtmayi. Bizim toremiz gelenegimiz var efendim. Biz kizimizi circiplak sokaga salmayiz. Onaltisina geldi mi amcaogluyla evlenecek. Rahmetli babam ne adamdi, helal olsun. Bacaklarini kirardi ablamlarin etegi bir karis kisa olsun. E kizini dovmeyen dizini dover. Ben onun gibi olamadim. Bir guzel dovup terbiye edemedim cocuklarimi. Hep analari yuzunden. Onu da dovuyorum ama lanet kadin bana misin demiyor.
Ben var ya ben, o kopegi doven cocugu bir bulsam var ya, essek sudan gelinceye kadar...

Ahmet Efendi de Hasan Efendi de birer kurbandir bu meselede, en az oldurulen kopekler ve olduren cocuklar kadar. Siddet, kulturumuzun kilcal damarlarina kadar islemistir maalesef. Kulturel dayatmalar yetmiyormus gibi, televizyon, gazete, internet oyunlari da kan, olum, cinayet, adaletsizlik saciyor. Zaten  saglam olmayan yoz kulturel zemin, karacahil insanlarin yanlis yonlendirilmeleriyle percinleniyor. Egitim sistemi ve aile sistemi arasinda sikisan cocuk, toplumun curumus deger yargilariyla carpisip eriyip gidiyor.
Bir cocugun posasidir kopegi olduren. O cocuk aslinda oluden farksizdir. Kendi ruhunun acisini anlatmak ister her vicdansiz hareketinde. Duygu yoktur orada artik. Intikam istegi bile yoktur. Sadece bir bosluk vardir. Kendini kaybetme hali... Hasta bile degildir o cocugun ruhu, oludur.
Boyle cocuklarin aslinda fiziksel , cinsel , duygusal istismara maruz kaldigini ve davranislarinin temel nedeninin bu oldugunu sadece uzmanlar bilmesin artik. Acligin, yoksullugun cocuklarda siddet davranislarini arttirdigini, kendisine siddet uygulanmasa bile cevresinde bunu gozlemleyerek de siddet davranisinin ogrenildigini, evde silah bulunmasinin siddeti tetikledigini, evdeki stres faktorunun siddet egilimini arttirdigini herkes bilsin. Yalnizca bilgilenir, bilinclenirsek bu cocuklarin kopeklere yaptiklarinin olu ruhlarin bir yardim cagrisi oldugunu anlayabiliriz. Lutfen cocuklari oldurulmesine artik seyirci kalmayalim, kopeklerin de, insanligin da...



27 Mart 2012 Salı

HELİKOPTERLER YUMURTA AVINDA!


HELİKOPTERLER YUMURTA AVINDA!

Bu sabah gözüme çarpan bir haberi paylaşmak istiyorum sizinle. Amerika- Colorado'dan bir haber bu ancak bence bütün anne-babaları ilgilendiriyor. Hatta çocuğu olmayanlar da kendi çocukluklarına bir göz atarak böyle bir deneyim yaşayıp yaşamadıklarını bence mutlaka düşünmeliler.
Haberde “paskalya yumurtası avı” diye geleneksel bir oyundan bahsediliyor. Oyunu belki bilenler vardır. Çocukların belli bir alanda, farklı yerlere saklanmış rengarenk boyanmış veya çikolatadan yapılmış yumurtaları bulmaları gerekiyor. Bir çocuk için sonundaki ödül ne olursa olsun, oyun oynamak çok ama çok önemlidir. Ayrıca bu oyun , rekabeti tadacağı, yaşıtlarıyla bir arada olacağı, başarı için çabalamayı öğrenebileceği, açık alanda koşuşturma fırsatını yakalacağı harika bir gelenek!
Ancak bu sene Colorado'daki birkaç yüz çocuk bu oyunu oynayamayacak. Nedeni geçen seneki oyundaki agresif davranışlar. “Ah zamane çocukları...” dediğinizi duyar gibiyim. Yanılıyorsunuz. “Zamane anne-babaları”nın agresif davranışlarından bahsediliyor haberde! Geçen sene anne-babaların arkasından çocukların heyecanla yumurta aramalarını izlemeleri için bir güvenlik ipi gerilmiş alana. Bilin bakalım bizim helikopter anne-babalar ne yapmış? İpi kopararak oyun alanına yayılmış, çocuklarına yardım edebilmek için kıyasıya mücadele etmiş ve bütün yumurtaları kendileri kapmışlar!
Haberde bu anne-babalardan helikopter anne-baba diye bahsediliyor. Yani çocuklarının hayatlarının herhangi bir alanında başarısızlık yaşamamaları için onlara aşırı müdahalede bulunan anne-babalar diye özetleyebiliriz bu anne-baba tipini. Ancak bence burada helikopter anne-babalıktan daha da ileride bir durum var. Anne-babalar sadece yardıma gitmemiş, üstüne yumurtayı kendileri kapmış! Bana trajikomik geldi bu durum.



Filmlerdeki gibi bir sahne hayal ettim. Fonda yüksek sesli bir müzik, etrafta çığlık atan ezilen çocuklar, onları umursamadan yumurta arayan terlemiş anne-babalar... Bazıları yumurtayı havaya kaldırıp zafer çığlıkları atıyorlar. Bir anda müzik kesiliyor ve bir sessizlik oluyor. Derin bir sessizlik...Anne-babaların kendi çocuklukları gözlerinin önüne geliyor. Onların zamanında böyle çikolatadan yumurtalar da yoktu, büyük çikolata firmalarının sponsorluğunda yapılan yarışmalar da... Onlar yumurtalarını kendileri boyar, birbirlerine hediye ederlerdi. Sonra kırlarda özgürce koşabilir, yarışabilir, eğlenebilirlerdi. Ancak büyüdüklerinde öyle acımasız yarışın içine girmişlerdi ki, çocuklukları çok çok uzakta kalmıştı. “Kazanmalısın” “Başarmalısın” diyordu toplum onlara. Onlar da otomatik pilottalardı uzun süredir. Her alanda başarılı, mükemmel olmaya çalışıyorlardı. Anne-babalık da buna dahil...Şimdi ellerinde birer yumurta, karşılarında hayalkırıklığı ve şaşkınlıkla onlara bakan çocuklar... “Ne yapıyoruz biz?” diye soruyorlar kendilerine.
Soruyorlar mıdır gerçekten? “Bu sene de bizim yüzümüzden çocuklar eğlencelerinden oldu” diyorlar mıdır? Kimbilir belki de “başarısız” organizasyondan şikayetçilerdir?

26 Mart 2012 Pazartesi

Yalnızlık, Kendini Sakinleştirebilme Kapasitesi ve İkili İlişkiler Üzerine




        KENDİNİ SAKİNLEŞTİREBİLME KAPASİTESİ

Resting Baby


Being alone is hell,
managing it is heaven”
Poul Bjerre

Yalnız kalmanın getirdiği olumsuz duygularla baş edilemezse, burada kendi kendini sakinleştirme mekanizmasının da devreye giremediğini görürüz. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bebeklikten itibaren anneyle duygusal bir harmoni, uyumlu bir dans halindeysek, kendi içimizdeki düzensiz ritimleri önce tolere edebilmeyi sonra da onları tekrar yumuşak ve düzenli ritimlere geri döndürebilmeyi öğrenmişiz demektir. Annemizle ikili dansımızda uyumu yakalarsak , kendimizle sonra da diğlerleriyle olan danslarımızda uyumu yakalamamız mümkündür. (Ben burada yalnızca annelerin değil, babaların ve onların çocuklarla ilişkilerinin çok önemli olduğunu da düşünüyorum).


VAKUM BEBEKLER VE İNSAN İLİŞKİLERİ
Ancak yalnız kalamayan ve mutlaka birşeylerle “oyalanmak” ihtiyacı hisseden insanların, sakinleşme mekanizmaları da malesef arızalanmıştır. Annenin varlığında kendini güvende hissedemeyen ve onu içselleştiremeyen bebek,  ileride diğer insanları da içselleştirmekte zorlanacaktır. İnsanlarla kurduğu bağlar güven ilişkini çok da barındıramayacaktır. Sakinleşebilmek için sürekli o insanın yanında olmasına ihtiyaç duyacaktır - ancak bu bile yetmeyecektir- .“Ya giderse? Ya beni terk ederse? Ya aldatırsa?” düşünceleri yalnız kalmayı iyice zorlaştıracaktır. Yalnızken böyle düşüncelere  dalıp, başka işler yapabilmek, bir şeyler yaratabilmek, üretebilmek zor olacaktır. Yani sadece nereden geldiğini bir türlü anlayamadığımız depresif, umutsuz, kaygılı bir ruh halinin yanı sıra, bu ruh halini tetikleyen düşünce biçimleri de geliştirir insan zihni.
Bu düşüncelerin bir sebebi de kendindeki değersizlik hisleridir. Anne, bebeğe yeterince değerli olduğunca hissettiremediyse, bebek değersizlik hislerini bir vakum gibi emecektir. “Ben değersizim” bir kere yerleştiyse, “Öyleyse terk edilmeyi, aldatılmayı, yalnız bırakılmayı, kötü, tutarsız mualemeyi hak ediyorum demektir” insanın bilinçdışında yankılanan düşünceler olacaktır. Böyle duygular, düşüncelerle baş etmek çok zordur, hele ki yalnız kalınca ortaya çıkıyorsa.


Birlikte olabilmek için önce "bir" olmak gerekir.

YALNIZ OLABİLME VE BİRLİKTE OLABİLME KAPASİTESİ
Yalnız olabilmeye tahammül edememe durumu, ilişkilerin  sağlıklı yürüyememesine ve yarı yolda kalmasına neden olabilir. Kişi ilişkide olduğu insanla ve onunla her an yanyana olamama ya da yanyana olsa bile yeterince güvende hissedememe haliyle o kadar meşgul olacaktır ki, kendisini dinlemeyi unutacaktır. Görünürde çok bencil ve isteklerinin hemen karşılanmasını isteyen insanlar gibi durabilirler. Malesef burada kişi erken ilişkilerde yeterince karşılanmamış "ihtiyaçların" yükünü taşımakta ve bu ihtiyaç giderilmediği zaman da kendini sakinleştirememekte, talepkar olmakta veya tam tersi içeçekilmektedir. Hatta kimi zaman  içeçekilme, aşırı talepkarlık, duygu ve öfke patlamaları ardından ilişkide olduğu kişiye yapışma davranışları veya aşırı panik hissiyle bir türlü kendini organize edememe hali de sık görülebilir.
Elbette yalnız kalmak, bize biraz acı verebilir, özlem ve kaygı hislerini hepimizde ortaya çıkarabilir.Ancak bu hislerin tolere edilebilmesi önemlidir. Eğer bu hisler çok yoğunsa, kişi geçmişinde ve geleceğinde bağ kurabildiğini -kurabileceğini hissettiği kimse olmadığını bilinçsizce düşünecek ve çaresizlik hislerine kapılacaktır.
ANNE-BEBEK- YETİŞKİN
Yalnız kalabilme ve birlikte olabilme kapasitesinin gelişiminin başlangıcını, annenin bebeği emzirdiği zamana kadar götürürsek, bu ilişkideki birleşme-ayrılık  anlarının bugünkü ilişkilerimiz üzerinde ne kadar önemi olduğunu görürüz. Bebek anne memesini kendisine ait bir kaynak sanırken, zamanla ve yeterince iyi bir anneyle bunun böyle olmadığını anlar. Ancak bu sırada karşısına anne memesinin yerine koyabileceği bir "gerçek dünya" çıkar ve memeden vazgeçmesini kendi tercihi gibi algılar ki bu güzel bir ayrılıktır. Ancak annenin ayrılma hissiyle ilgili bir derdi varsa, bebeğin memeden kesilmesini kendine bir ihanet olarak algılaması mümkündür. Annenin böyle bir durumda ortaya çıkan olumsuz hisleri de bebeğin duygusal vakumuna takılacaktır. Yani nereden çıktığı belli olmayan olumsuz duygular aslında bizlere bebekken "yüklenen" ve yetişkinliğimize kadar getirdiklerimiz olabilir.


22 Mart 2012 Perşembe

Yetişkinlerin Yalnız Kalabilme Kapasitesi Üzerine


YETERLİ ANNE-BABALIK: BİR YETİŞKİN OLARAK YALNIZ KALABİLME KAPASİTESİNE SAHİP OLMAK


Yeterli anne-babalar olabilmek için “duygusal açıdan olgun” olmak gerekir. Ünlü psikanalist Winnicott der ki: “Yalnız kalabilme kapasitesi, duygusal açıdan olgunluk gelişiminin en önemli belirliyicilerinden biridir”. Burada Winnicott'ın bahsettiği, “başkasının varlığında yalnız kalabilmek”tir ki bu da özellikle anne-çocuk ilişkileri açısından önemlidir. Annenin varlığında bebek huzurlu bir şekilde yalnız olabiliyor mu? Bu sorunun cevabı, bebeğin fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilen, “yeterince iyi -good enough” annede gizlidir.
Yetişkin yaşantımıza bir göz atalım. Evde tek başına olma hali nasıl gelir? Bunun anneyle yalnız kalabilme haliyle ne gibi bir bağlantısı var? Şimdi açıklayacağım.


Bazılarımız için yalnız kalabilmek, tek başına zaman geçirebilmek büyük bir lüksken, bazılarımız böyle zamanların hemen bitmesi için dua eder. Bazılarımız uzun süreleri yalnız geçirsek de, bize bunun iyi gelmediğini biliriz. Çünkü yalnız kalmanın uyandırdığı olumsuz hisler o kadar yoğundur ki; bu hisleri gidermek için türlü yöntemlere başvurulur. Yalnızlığın uyandırdığı depresif, kaygılı, rahatsız ruh halinden uzaklaşmaya çalışmak için kimileri alkol alır, kimileri uyuşturucu kullanır. Bu iki davranış da kendini uyuşturma, kafasında başka bir dünyaya gitme, bu acılı ruh halinden kurtulma amaçlıdır. Bu davranışlar aynı zamanda kendi kendine zarar verme davranışlarıdır.


İçindeki Tamirci
Böyle zamanlarda kendini kesmek, eşyaya zarar vermek gibi davranışlar bile ortaya çıkabilir. Belki de bu davranışlar, bir bebekken duygusal olarak asla “o an orada” olamayan anneyi sarsmak, ona kızgınlığını belli etmek veya ondan intikam almak amaçlıdır? Anne bebeğinin duygusal ihtiyaçlarını onun yanındayken karşılayamamış, bebeğin kendisini huzurlu, dengeli, tutarlı, güvenilir bir anne olarak içselleştirmesine izin verememiştir.
Basitçe düşünelim, anneyle bebeklikten kalma anılarımız, hissiyatımız onu içimizde nasıl resmettiğimiz, kafamızda nasıl canlandırdığımızla ilgilidir. Bu aslında kendini annenin gözünden gören bebeğin de kendisiyle ilgili algısını etkiler. “Ben ihtiyaçlarının karşılanmasını hak etmiyorum” “Ben kötüyüm. Ben değersizim” . Anne kendi içindeki olumsuz duyguları bebeğe yansıtmış, onun için gerekli olan güvenli, kucaklayıcı alanı oluşturamamıştır.
Winnicott da aslında buna vurgu yapar. Annenin varlığında yalnız kalabilme becerin varsa, annenin yokluğunda da yalnız kalabilirsin.
Yani içinde bozulan ayarlarını sakince tekrar düzenleyebilecek tamirci bir mekanizmaya sahipsin demektir.


Yazının devamı geliyor!