Ads 468x60px

26 Eylül 2012 Çarşamba

Yeni Annenin Oğul Aşkı

Çok yoğun bir hafta geçiriyorum.Gayet de güzel, keyifli gidiyor.
Ama bazen, şu andaki gibi, biraz dinleneyim dediğimde, bir acayip oluyorum. İçim kocaman duygularla dolup taşıyor.
Tanımlamaya çalışıyorum bu duyguları, meslek hastaligi..Bir bakıyorum özlem, birazsevinç,bazen şaşkınlık, hüzün ve sonunda "aşk" çıkıyor.
Oğlum üç aylık bir melek. Babaannesi ve babası "Anne" dediğini iddia ettiler.Ben de bazen duyuyorum ama...Yok yok...
Olmaz öyle şey. Ya da olur mu acaba?
Bu mukemmel bebek, şimdi yanımda huzurla nefes alıp veren, annesini bilir değil mi? Niye seslenmesin o zaman ?
Sanki o kitapları ben okumadım, sanki o yazıları ben yazmadım. Sanki bütün gelişim teorilerini bir kenara koymalı şu an...
Kendi bebeğim olunca nasıl da farklı.
Nasıl bir aşk bu? Nasıl karmaşık duygular içimde. Oğlumu öyle seviyorum ki... Uyandirip sarılıp öpesim var, kıyamıyorum.
Ben nerde öğrendim birini bu kadar sevmeyi, onu korumayı, onu aklında tutmayı, kalbinin içinde her an her yere taşımayı?
Ben nerde öğrendim küçücük masum bir varlığa annelik yapmayı?
Oğlumu çok seviyorum.
Her an her yerde aklımda, içimde taşıyorum onu.
Gözlerine bakıyorum bol bol, uzun uzun guluyor, konuşuyor benle.
Hayali canlısından, canlısı hayalinden güzel.
Oğlumla büyüyorum.
Ne cok şey varmış kendime dair, kutu kutu saklanmış, keşfedilmemiş...
Oğlumla öğreniyorum.
Yogun duyguları tolere edebilmekten, yeni deneyimlere beklentisiz kucak acabilmekten gecermiş anneliğin yolu.
Oğlumla dolup taşıyorum. Gözyaşlarımı bırakıyorum.

20 Eylül 2012 Perşembe

İMDAT!

Deniz kenarındayız. Ege'nin sahil kasabalarından birinde, otizmli çocuklarla birlikte hayatımın en geliştirici deneyimlerini yaşadığım bir haftanın ilk günleri...
Bir ufaklık yanımızda sıkıntılı halde birşeyler anlatmaya çalışıyor, anlayamiyoruz. Ne zor birşey otizm. Anlatamamak, yardım isteyememek ne zor!
Sonra birden yere oturuyor ve kuma parmaklariyla birşeyler yazmaya başlıyor. Yazdığı şey : İMDAT!
Bir süre sonra tuvaletini yapamadığı icin sıkıntısı olduğunu düşünüp doktorumuzla temasa geçtik. Sorun çözüldü,ufaklik rahatladı.
Yıllar sonra danışanlarım olduğu zaman ve çevremdeki insanları gözlemlerden bu deneyimimi tekrar hatırladım.
Neden mi?
Bir uzmandan yardım almanın gereksiz ve hatta ayıp olduğu bir toplumda yasıyoruz. Hatta özellikle işyerinde birbirimizden yardım istemekten özellikle kaçınıyoruz. Bazen ailemizden bile yardım istemek zorumuza gidiyor kaldı ki yakın arkadaslar...
Bazen "O benim yardıma ihtiyacım olduğunu biliyor, ben niye isteyeyim!" diye düşünüyoruz.
Oysa ne tür bir yardıma ihtiyacımız olduğunu karşıdaki anlamayabilir ya da yardıma ihtiyacımız olduğunu bile fark etmeyebilir.
Cok zorlandığınız bir anda arkadasınızı arayıp "Gelsen iyi olur da gelemezsen önemli değil tamam ben halletim zaten" derken bulmaz mısınız kendinizi?
Sonra da "Yardım istedim , kimse etmedi " deriz.
Bakın o otizmli minik bana cok önemli birşey öğretti.
Yardım istemenin farklı yolları var.
Yanındakiler anlamıyorsa derdini, bir yolunu bulup anlatacaksın.
Yardım istemek ayıp değil.
Ruh saglıgı uzmanından yardım istemediği icin çevresindekilerin hayatını zehir edenlerle dolu etrafımız.
Kendi travmalarını cocuklarına aynen aktaran anne babalarla dolu doluyuz.
Yardım istemek güçsüzlük değil, tam aksi reddedilme kaygısıyla basacikabilmek demektir.
Yardım istemek güzeldir.
Bazen İMDAT yazın bir kağıda karşıdakine gösterin!Ya da kendi yaratıcı yardım isteme biçiminiz olsun.
Gücümüz sınırlı unutmayalım. Hele ki anne babaysak, cocuklar icin dizayn edilmemiş bir toplumda yaşadığımız icin bol bol destek almaktan çekinmeyelim.

18 Eylül 2012 Salı

Biraz Depresif Biraz Manipülatif Bir Yazı

I'm a creep
I'm a weirdo
What the hell am I doing here?
I don't belong here

Yukarıdaki sözler Radiohead'ın Creep şarkısının nakaratı...

"Ben buraya ait değilim" diyor. Bazen böyle hissettiğiniz oluyor mu? Kendi ülkenizde bir yabancı gibi. Bazen kendi ailenizde, evinizde... Ama en çok yaşadığınız şehirde bir yabancı... Sizin için de kalabalık caddelerde yürürken tanıdık gelen insan profili, son zamanlarda asık suratlı, aceleci, huzursuz bir insan yığınına dönüştü mü?

"Duyarlı, sevecen, sağduyulu, insan seven" bir kişi olarak kendinizi tanımlarken, artık "Göremiyorum, duyamıyorum,hissedemiyorum, bilemiyorum"mu diyorsunuz?
"Göremiyorum çünkü gelecek karanlık"
"Duyamıyorum çünkü patlamalardan, çığlıklardan kulaklarım sağır oldu"
"Hissedemiyorum çünkü insanoğlu bu kadar yoğun acıları yok sayar"
"Bilemiyorum çünkü bildiklerim sanki geçerli değil, hiçbir işe yaramıyor"

Bazen başka bir dünyada başka bir hayat sürmek istersiniz. "Ben buraya ait değilim " derken bulursunuz kendinizi. "Burada ne işim var?"  Dışarıda, başka ülkelerde, başka hayatlar var!
"Bunca saçmalığın arasında, iyi birşeyler yapmaya çalışırken, beni fark eden var mı gerçekten?
"Çarkın içine girmemek için direnmek,  Don Kişotluk mu? "

Çok kaliteli işler yapabilir, çok bilgili, zeki, dürüst bir insan olabilirsiniz.
Ancak bu pratikte işe yaramayabilir.
Çünkü insan psikolojisi  "hain" dir. Yani yanılsamalara çok açıktır, kolay manipüle edilebilir.
Manipülasyonsa hem zeki, hem de cahil cesareti barındıran, genelde antisosyal özellik gösteren kişilerin işidir.
Yani içinde dürüstlük, insan sevgisi, empati olmayan bir yapının... Toplulukları manipüle etmekse en kolayıdır.
Birkaç dakika içinde yüzlerce insanı kandırmak üç beş kişinin elindedir. Düşünmeden hareket edebilir topluluklar.
 Düşünmek, mantık yürütmek zor iştir hatta insanoğlu için zaman kaybıdır. Kısa bilişsel yollar tercih eder, kalıplara taparız. Çünkü güvende hissettirirler ve işimizi kolaylaştırırlar.
Oysa kalıplar ve kısa yollar, düşünmeden hareket etmemize neden olur ki bu tehlikelidir. Bence günümüzün de en büyük derdidir. Okumamak, araştırmamak, düşünmemek ve gelişmemek...
Çocuklarımıza düşünmeyi öğretelim.
Bizi örnek alarak eleştirmeyi, şüphe etmeyi öğrensinler.
Onlara en çok insanları sevmeyi, onlara güvenmeyi öğretelim.
 Kalabalık caddedeki asık suratlılardan olmasınlar.
Trend delisi, boş muhabbet ustası değil, gerçek şeyler konuşan, duygularını ifade edebilen, korkusuz insanlar olsunlar.
Öyle olsunlar ki, onlardan çok fazla olsun ki, ülkelerine, şehirlerine hatta kendilerine yabancılaşmasınlar.
Acılara son veren bir kuşak yetiştirelim ve onlar buraya ait olsunlar.



15 Eylül 2012 Cumartesi

Sizinki de böyle hıyar olacak

Restorana girdik, kucağımda oğlum. "Aa bak bebek" dedi babası henüz 4-5 yaşlarında olan dünya şekeri oğluna. Diğer cocuk "Kac yasında ?" diye sordu. "Cok küçük daha 3 aylık yani bir yasında bile değil" dedim. Baba bana baktı ve "Cok çabuk büyüyorlar.İste sizinki de böyle bir hıyar olacak" diye oğlunu gösterdi. Şaşkınlığımı atamamışken digeri gelip bacağıma bir tane vurdu. Baktım aile orali olmuyor, "Merhaba deme bicimi bu galiba"dedim. Umarsizca "Evet öyle" dedi birisi. Sonra babanın oğluna küfürleri , argo konuşmalariyla hikaye devam etti.
Düşündüm. Neredeyse her gün okulda zorbalığa maruz kalan cocukların aileleriyle görüşüyorum.
Zorbalık önlenebilir birşey. Önce cocuğa, anne baba saygı duyacak , ona vurmayacak ona isimler takmayacak küfür etmeyecek hatta baskalarına vurmasına küfür etmesine izin vermeyecek,sonra o cocuk zaten kendine saygı duyulduğunu hissedip digerlerine de o saygıyı gösterecek.
Her cocuk kendisine saygı duyulmasını hak eder.
Hiç bir cocuk hıyar değildir efendim.
Benim oğlum da eminim bir hıyar olmayacak.

11 Eylül 2012 Salı

Annem anneanne olurken, daha farklı olabilirdi

Dört aylık hamileyim.Ben kadın olma halini en yoğun şekilde yaşarken, annemin rahmi ve yumurtalıkları alınıyor. İki çocuk doğurmasına hizmet etmiş, yıllarca her ay "Biz buradayız,işimiz bitmedi hala!" diyen kadınlık organlarına veda etme vakti...
Annem kaygılı.Hiç istemiyor bu operasyonu.
Doğru dürüst bilgilendirme alamıyoruz doktorlardan. Zaten hep bir koşuşturma halindeler. Operasyonu beklerken bir hasta yatış için geliyor. "Yer yok" diyorlar. "Ama bugün gel dediniz,ben Uşak'tan geldim" diyor..
Ameliyat olacak, hazırlığını yapmış ."Yok,biz seni ararız" diyorlar. Eşi geliyor,sorun çıkaracak gibi oluyor.
Asistan doktor fırsat vermiyor:"Siz yeşil kartlılar, hem bizim paramızla hizmet alıyorsunuz hem de problem çıkarıyorsunuz " . Adam çıldıracak gibi oluyor. "Sizi şikayet edeceğim" diyor. "Eeh kime edersen et" diyor doktor hanım.
Biz buz gibi bakıyoruz birbirimize. Dün de biz azarlardan azar beğenmiştik de, elimiz mahkum, birsey diyemedik. Operasyon yeni yöntemle yapılacakmış, bu hoca yaparmış ancak. Ne diyelim...
Annem birkaç kadınla beraber operasyonu bekliyor. Ben de onlarlayim. Baktım bazıları kaygıdan tir tir titriyor. "Hadi" dedim, "Size nefes egzersizi yaptırayım". Rahatlama egzersizleri yaparken , "Kahkaha atar gibi yapmazsanız diyafram çalışmaz"diyerek Afyonlu yetmiş yaşındaki nineyi de güldürdük, kadın doğum hemşiresini de, "Ya ben ameliyattan çıkamazsam da oğluşum yalnız kalırsa, bir onu evlendirseydim" diyen tontiş teyzeyi de...Steril kıyafetlerle yarı çıplak koridora fırlayıp oğluşunu görmek isteyen teyze...
Anneme sarılıyorum. Dışarıda saatler süren bekleyiş başlıyor. "Kapının önünden ayrılmayın.Hasta yakınlarına operasyon bitince haber vereceğiz" diyorlar. En fazla bes oturma yeri var
Bekleyen yaklaşık yirmi kisi...Ege'nin koyleri, küçük sehirleri buraya akmış.
Bir telefon konuşmasına şahit oluyorum. Eşi operasyon geçiren biri. "Abla ben onun annesine de laf anlatamıyorum, kendi anneme de. ikisi de ortalarına aldılar beni. Karımın derdiyle uğraşmamıyorum onlarla ugrasmaktan." diye isyan ediyor.
Saatler geçiyor. Her seferinde "Çıktı mı ? İyi mi?" diye soruyorum, yanıt yok.
Birden annemin adını söylüyorlar .
"Yakınları gelsin" diyor hastabakıcı.
Babam kantine su almaya gitti. Bu durumda tek yakın benim. "Benim yakını" dedim. Alınacak birkaç şey söyledi. Sonra elime bir poşet içerisinde bir şey verdi, "Patolojiye götür " dedi. Ilıktı verdigi "şey". Şekli sıcaklığı agırlığıyla, o şey, annemin rahim ve yumurtalıklıydı. Böyle bir şey beklemiyordum. Şaşırdım.Elimde organlarla kalakaldım.Babam yetişti. "Keske sana vermeselerdi" dedi, almak istedi, vermedim. Annem veda edebilmiş miydi yıllarca icinde taşıdığı ve kadın olmamın en iyi en kötü taraflarını ona yaşatan organlara? İlginç... Ben bu elimde tuttuğum seyin icinde büyüdüm, benim oğlum da benim icimde büyüyor.
Annem "Doğal akısına bırakalım.Almaya gerek yok" demişti. Doktorlarsa "İyi olmaz" dedi.
Patolojiye teslim ediyorum poşeti. İcinde büyüdüğüm şeyi, buz gibi bir yere bırakıyorum. Hayat ne garip!
Annemi o gece göremiyoruz. Ertesi gün doktoru bir türlü gelmiyor ve çıkışı öğleni buluyor. Çıkar çıkmaz yine ilk yaptigi sey torunuyla konuşmaya başlamak! İlk torunu, sanki kadınlığın simgelerine vefa ederken yeni bir role hazırlıyordu onu.
Genc yasina rağmen anneanneydi o artık.
Annem için kolay olmadı kabullenmek. Belki doktoru gelseydi, kendini tanıtsaydı, "Cok iyi gecti operasyon. Artık hayatınızda yeni bir donem başlıyor, kutlarım sizi " deseydi.
Belki de iyi gelirdi.
Ne kadar yogun olursa olsun, insana deger vermek cok mu zor ?
Kızının hastaligindansa kendiyle ve başkalarıyla uğrasan kayınvalideler için tersini yapmak çok mu zor?
Yesil kartı olduğu için bir insanı aşağılamadan onu sevmeye anlamaya çalışmak cok mu zor?
Annem insanları cok sever. Torununa aşık. Hediye gibi geldi ona oğlum.
Ben anneliğe geçerken onun annelannelige geçişini kolaylaştırmak,onu rahatlatmak çok mu zordu?
Yakınlarının eline hastaların organlarını vermek...Baska türlüsü cok mu zor?

7 Eylül 2012 Cuma

Ebeveyn olabilme kapasitesi

Bazı sorunların çözülmesi uzun sürüyor. Nedeni ise değişime karşı gösterdiğimiz direnç... Özellikle çocuklarımızla ilişkilerimiz söz konusu olduğunda, kendimizi onların ebeveyni değil de yöneticileriymiş gibi gördüğümüz yerler oluyor. "Ne kadar ve ne zaman yiyeceğine ben karar veririm, senin aç veya tok olmanla, canının isteyip istememesiyle ilgilenmiyorum"
Bu davranışın arkasında bir düşünce kalıbı yatıyor:"Çocukların bizim yönetimimize ihtiyacı var" . Onları birer birey olarak kabul edememek bence zorluğumuz.Evet bazen henüz konuşamasalar, ellerine yüzlerine bulaştırarak kusarak yemek yeseler, uykuya direnip zamansız yerlerde uyusalar bile,tuvaletlerini altlarına yapip onunla bir süre ortalarda dolaşsalar bile !Onlar bizden farklı ihtiyacları olan farklı tercihleri olan insanlar.Bizim uzantımız değiller! Ebeveyn olmak yönetmek değil, incelemek demek. Uzun uzun gözlem demek."Şu zamanlarda bunu yapıyor, şunlardan hoşlanmıyor,bunu yapmaya bayılıyor,kakasını yapmadan önce böyle yapıyor, açıkınca şöyle yapıyor" gibi gözlemler.
Gözlem yapmak zor birşey değil.Eğer gün içinde yeterince zaman geçiriliyorsa ve ebeveyn çocuktan gelen sinyallere açıksa zaten otomatik kaydedilecektir bu bilgiler.
Bu bilgiler bazen kaydedilmez.Nedeni ebeveynin çocuğa kendi rutinini empoze etmeye çalışması,çocuğun ihtiyaçlarına kulak vermemesidir.
Bir de çocuk yetiştirme işi aslında deneme yanılma ve sabır işidir. Zaten işe yaramayan bazı rutinlerin bozulmasından korkmadan yeni denemeler yapmak,yaratıcı olmak gerekir. Örneğin uyku konusunda farklı bir yol denemek, yemek saatini mantıklı bir saatle değiştirmek, hatta bakıcıyı bir süreliğine göndermek ya da bazen düzeni bozacağını bile bile yakınlardan yardım istemek...Çocuk yetiştirmek için yeni fikirlere açık olmak,kaygıları dindirmeyi başarmak önemli.Yeni bir yöntem denerken sabırlı olmalı.Alışmak için kendimize de çocuğumuza da zaman vermeli.Hatta evdeki başka insanlara da!
Bizi kızdıran tavsiyelere kulak tıkarken, mutlaka güvenilir bir iki insan seçmeli.
Bir de en önemlisi birinden yardım isteniyorsa o insana mutlaka güvenmeli.Güvenmedigimiz insanın bize yardımı dokunmaz ve sonuc hayalkirikligi olur.
"Benim sürece bırakacak, yeni yöntemler deneyecek, onun ihtiyaçlarını izleyecek sabrım yok " deniyorsa da o zaman yardım alınacak.Nerede bitti sabrımız,ne eksik ne fazla geldi konuşulacak. Objektif değerlendirme yapan biriyle sıkıntılar paylaşılacak.
Böylece yönetim becerilerimizi bilmem ama ebeveyn olma kapasitemiz eminim gelişecek,büyüyecek.