Ads 468x60px

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Seviyorsan Varım, Sevmiyorsan Yokum!


SEVİYORSAN VARIM, SEVMİYORSAN YOKUM!
Bir eğitim grubunda ebeveynlere seslenen konuşmacı ilk sorusunu soruyor: “Kaçınız anne babası tarafından sevilen bir çocuktu?” Salondaki eller bir bir yükseliyor. Bunun üzerine konuşmacı ikinci sorusunu soruyor: “Peki kaçınız anne-babası tarafından sevildiğini hissetti?” Salonda bir huzursuzluk...Yalnızca birkaç el kalkıyor. Bilmek ve hissetmek farklıdır. Ebeveynlerimiz bizi onaylarak, ihtiyaçlarımıza zamanında ve uygun şekilde sevgiyle karşılık vererek, zorluklarda yanımızda olarak, çabalamamızı takdir ederek, bizimle gözgöze ve fiziksel temas kurarak bizi sevdiklerini hissettirebilirler. Bunun dışında her istediğimizi yapmaları, donuk bir tavırla fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılamalarının bir anlamı yoktur.

Çocuklar sınırlarını test etmeyi severler. Onlar için becerilerini sonuna kadar sınamak ve ne kadar kabul gördüklerini anlamaya çalışmak müthiş bir araştırma alanıdır. Bu süreçte anne-babanın cinlerini kolayca tepelerine çıkarabilecek davranışlarda bulunurlar. Anne-babaların böyle durumlarla baş edebilmek için yüzlerce taktiği vardır. Bu taktiklerin bazıları oldukça gelişmiş düzeydeyken bazıları “en benim” diyen anne-babanın bile zaman zaman düştüğü kocaman bir yanlışlar zincirini içerir maalesef. Dikkat edersek bu zinciri başlatanın bazı cümleler olduğunu fark ederiz.
Her gün onlarca çocuğa söylendiğini duyduğumuz, nedense yetişkinlere hiç söylenmeyen cümlelerdir bunlar. Özellikle bizim coğrafyada “Böyle yaparsan seni sevmem!” ilk sırada yerini alır. Söz konusu yüzümüze dik dik bakan bir yumurcak olduğunda otomatik bir tepkidir verilen. Otomatiktir yani düşünerek verilen bir tepki değildir. O sırada onu sevmeyeceğimizi haykırdığımız insan da karşımızdaki ufaklık değildir .
Çocuğun davranışıyla tetiklenen şey aslında anne-babanın geçmişteki, kendi çocukluklarındaki acı tecrübeleridir. Yani bilinçdışımızda yaşayan ve ne zaman nasıl ortaya çıkacağını bilemediğimiz geçmişin hortlaklarıdır bize böyle cümleleri söyleten. İşte o anlarda duygusal açıdan kör ve sağır oluruz. Bütün enerjimizi hortlaklarla mücadeleye harcarken çocuğun ne durumda olduğuyla ilgilenecek halde olamayız. Onu kaygı, korku dolu bakışlarıyla yalnız bırakırız. Bir cümlemizle çocuk denen hızla büyüyen ve gelişen organizmanın bütün mekanizmasını bozduğumuzu fark etmeyiz. Çünkü kendi sistemimizin bozuk tarafıyla başbaşayızdır.
Çocuksa o anda müthiş bir mücadele içine girmiştir. Hayatının en önemli mücadelesidir bu: var olma mücadelesi. Çocuk varlığının bir yetişkine bağlı olduğunu dünyaya geldiği ilk andan itibaren hisseder, bilir. Fiziksel ihtiyaçları karşılansa bile duygusal ihtiyaçları es geçildiği zaman, sevilmediği zaman, “yok sayıldığı” zaman, o da kendini “yok” sayacaktır.
Bu hissi anlamak için biraz hayal gücü kullanalım. Kendinizi çok kalabalık bir pazaryerinde hayal edin. Herkes yüksek sesle birbiriyle konuşuyor, sizin hakim olduğunuz bir dil değil bu. Bazı sokaklarda tabelalar var, bazıları ise labirent gibi. Elinizde küçük bir harita var ancak o da parça parça çizimler içeriyor. Birilerinden yardım almaya karar veriyorsunuz. “Pardon bakar mısınız?” Kimse dönüp bakmıyor. Sesinizi yükseltiyorsunuz, “Pardon! Hanımefendi! Beyefendi!”
Sizi görmüyor ve duymuyorlar. Birinin kolunu tutuyor “Bana yardım eder misiniz? Kayboldum!” diyorsunuz, o ise anlaşılmaz birşeyler söyleyerek yanınızdan uzaklaşıyor. Avazınız çıktığı kadar bağırıyor ancak kimseye sesinizi duyuramıyorsunuz. İyiden iyiye paniklersiniz değil mi? Siz yokmuşsunuz gibi davranıyorlar! Oradan asla kurtulamayacağınızı düşünürsünüz. Bir o yana bir bu yana koşar bir yandan da birinin bizi duyması ümidiyle bağırırsınız, yakaladığınız insanları var olduğunuza inandırmaya çalışırsınız. Çıkış yolunu bulamadıkça oryantasyonunuz bozulur. Kesinlikle birinin yardımına ihtiyacınız vardır ancak oradakiler sizin var olmadığınızı düşünmektedir. Burada yapayalnız öleceğim diye düşünmeye başlarsınız.
İşte çocuk sevilmediğini hissettiği zaman böyle bir kabusun içinde bulur kendini. Onun için sevilmeme ihtimali varlığına aldığı öyle büyük bir tehdittir ki... Zaman zaman çok öfkelendiğinde size haykırır : “Sevmicem işte seni artık!”.
Tabi ki de otomatik cevaplarımız hazırdır! “Sevmezsen sevme”, “Ben de seni sevmiyorum!” “Sen ne kadar da kötü, nankör bir çocuksun!”
Zaten yolunu kaybetmiş, kendi öfkesinden korkmuş çocuğa verdiğimiz bu yanıtlarla, yol tabelalarını bir bir kaldırmış oluruz. Çıkmaz sokaklarla dolu bir labirentin içine birlikte girmiş oluruz. Oysa yapmamız gereken ona bu dünyadaki var olma mücadelesinde rehberlik etmektir. Ancak tam tersi, çocuk bizim kendisinden daha çaresiz, daha öfkeli , daha kaybolmuş halimizle karşı karşıya kalır . Üstüne gider anne babanın, ağlar, bağırır, susar, içine kapanır, kendine zarar verir, kardeşine vurur, oyuncakları fırlatır. Anne baba ise “Gözümün içine baka baka aynı davranışları sürdürüyor. Bu çocuk benim inadıma yapıyor” diyerek tepkilerinin dozunu arttırır. Zaten o an her iki tarafta da mantık kalmamıştır. Anne babanın hortlakları çocuğu da esir almıştır. Çocukla çocuk olunmuştur o an. Ortada bir yetişkin dolayısıyla çocuk için güvenilir bir rehber yoktur. Bu nedenle çocuk çaresizce etrafta dolanır, bir türlü sakinleşemez ve aslında ne yaptığının farkında bile değildir. Anne baba onun “dikkat çekmek için” böyle davrandığını düşünür ve iyice geri çeker kendini.
Bu durum sık sık tekrar eder. Çocuk sonunda sizden vazgeçer çünkü size güvenmiyordur. Öfkeli bir çocuktur artık o, sakinleşemez. Onun “Seni sevmiyorum” diye en ufak bir konuda bile isyan etmesi için çevresinde olmanız yeterlidir. Anne baba da bu olumsuz davranışları yüzünden çocuktan umudu keser. Yani baştaki cümle, bir kehanet gibi gerçekleşmiştir :“Böyle yaparsan seni sevmem!”.
Eğer bu senaryo size korkutucu geliyorsa bunu engellemek için yapabilecekleriniz olduğunu unutmayın. Bugünden itibaren ilk yapmanız gereken dinlemeyi denemek. Önce kendimizi. Kriz anlarında ortaya çıkan hatta krizlerin çoğuna çanak tutan kırılmış, görülmemiş, onaylanmamış tarafınızı dinleyin. Bir çocuk olarak yeterince sevildiğinizi hissedebildiniz mi? Böyle hissetmediyseniz geçmişin hortlakları da onlarla yüzleşmedikçe peşinizi bırakmayacaktır. Önce içinizdeki çocuğun yaralarını sarmaya bakın. Ancak bunu yapabildikten sonra çocuğunuzu duyabilecek, görebilecek hale gelecekseniz yavaş yavaş. Çocuğunuzun neye ihtiyacı var? Size ne demek istiyor? Neden böyle davranmış olabilir? Bu soruları kendinize de her fırsatta sorun. Benim neye ihtiyacım var ? Neden böyle tepki vermiş olabilirim?. İçinizdeki kırılmış çocuktan kaçmak yerine onu sıkı sıkı tutup hak ettiği gibi severseniz çocuğunuzu hak ettiği gibi sevebilirsiniz. İşte o zaman çocukla çocuk olmaktan korkmayın. Yetişkin yanınızı unutmadan...Birbirini saran ve birbirine iyi gelen iki çocuk...

0 yorum:

Yorum Gönder