Ads 468x60px

8 Temmuz 2012 Pazar

Kadınlar, Spor ve Çocukluk Üzerine


BİRİNCİ KISIM: KADINLAR NEDEN SPOR YAPAMAZ?
“Zamanım yok spor yapmaya!”, “Bu yaştan sonra yüzmeye mi başlanır, zamanında yapacaktım”, “Aslında gidecektim ama çok trafik vardı” “Bu yorgunluğun üstüne bir de tenis maçı mı?!”
Şehirli ve modern kadınların spor söz konusu oldu mu suçlulukla karışık biraz öfke biraz da isyanla sarf ettiği cümleler bunlar. Hatta “Şu işler bir bitsin. Hemen başlayacağım”. Bana bir özür cümlesi gibi gelir. Spor yapmanın önemini bildiğimiz ve kendimizi ne kadar ihmal ettiğimizi fark ettiğimiz için kendimizden mi özür diliyoruz? Yoksa spor yapmayı “moda” sanan ve aslında kendi değerinin bile pek de farkında olmayan bazı hemcinslerimizin fena bakışlarına maruz kalmayı engellemek mi bu özürdeki amaç?
Kadınlardan beklenenler, belki de hiçbir yüzyılda bu kadar fazla olmamıştı. Şehrin yorucu temposuna uyum sağlamaya çalışırken hem başarılı, hem güzel , hem sosyal, hem de bakımlı olmamız bekleniyor. İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir çalışan olmak zaten sanki sorgulanmaması gereken, nedense çoktan kabul edilmiş bir durum. Bunun farkına varıyor vargücümüzle hem sosyal, hem de güzel olabilmek için kurslara, spor salonlarına yazılıyoruz. Peki sonuç? Kaçımız devam edebiliyor avuçla para döktüğü kurslara? Sonra yapamadıklarımızın pişmalıkları şu minik, sevimli, her derde deva antidepresanlar olarak çıkıveriyor karşımıza.
Tabi ki de zamansızlık, yorgunluk, trafik, enerjisizlik hatta çocuklar, aileler, projeler yolunuzun önünde küçük tepecikler oluşturuyor ve spora giden yol her gün biraz daha zorlaşıyor. Haftasonları da dünya iş yükü olan kadınları, ormanda veya sahilde yürüyüş, bisiklet yaparken görme ihtimalimiz de malesef erkeklere göre daha düşük.  Peki günlük hayat koşuşturması dışında, sporu ertelememizin dolayısıyla kendi sağlığımızı her seferinde ikinci üçüncü plana atmamızın başka sebepleri de olabilir mi?  Ben bu duruma birkaç hikayecikle farklı açıdan bakmanızı önereceğim şimdi.

İşte ilk hikayecik:
Spor Erkek İşi Mi?
Altı yaşından oniki yaşında kadar basketbol meraklısı bir kız çocuğuydunuz. Beden eğitimi derslerini iple çekiyordunuz. O derslerde erkekler sizi aralarına almak istemezdi. Kızlar da genelde erkeklerin maçlarında tezhürat yapar ya da aralarında “kız oyunları” oynardı. Ama olsun siz basketbolu öyle severdiniz ki, bunları umursamaz, top sırası size gelsin diye beklerdiniz. Hatta aileniz bir yolunu bulup sizi okul dışında kurslara da gönderiyordu. Basketbol dışında kalbinizin hızlı hızlı çarpmasına sebep olan bir şey daha vardı, o da çok hoşlandığınızı şu basketbolcu çocuk... Bir gün hani şu sıska, tek ilgi alanları tokalar, çantalar, barbieler olan kızlardan duyuyorsunuz ki, bu çocuk “Basketbol oynayan kızlar erkek gibi oluyor” demiş! O gün yine kalbiniz hızlı hızlı çarpıyor ama kırgınlıkla, üzüntüyle...Eve gidince anne babanıza “Ben gitmiyorum artık kursa, bir daha basketbol oynamayacağım.” diyorsunuz. Şanslıysanız anne babanız bunun nedenini sorgular ve sizi böyle bir şeyin olmadığına, hayatta insanın neyi seviyorsa onun peşinden gitmesi gerektiğine ikna eder. Değilseniz, basketbol hikayeniz orada öylece kalır.
Görüyorsunuz, küçük yaşta toplumun cinsiyetlere atfettiği rolleri nasıl da benimsiyoruz. Onlara sadece pembe, küçük , pasif dünyalar layık görülmüş olan bir grup ergenliğin eşiğinde minik kadın ve erkek-kadın rollerini toplumun değer yargılarıyla içselleştirmiş, bir erkek çocuk, basketbol hayatınızı bitirdi! Şimdi “Çok kaslı olmaktan” “Erkek gibi görünmekten” ödü kopan bir kadın olmanızın bu anınıza dayandığının belki de farkında değilsiniz. Bazı düşünce kalıplarını çocukken ediniriz, bir kere yerleşti mi bu yanlış kalıplar, kolay değişmez. Kadınlar olarak yüksek sesle konuşmaktan, hakkını savunmaktan, aktif olmaktan da aynı gerekçeyle uzak durabiliyoruz.
Belki de siz hala futbol oynamak, basketbol oynamak istiyorsunuz! Ama bu isteğinizi öyle bir bastırmışsınız ki, sporun hiçbir dalına artık yanaşamıyorsunuz. Olamaz mı?

Yazının devamı gelecek

0 yorum:

Yorum Gönder